İnsanlar gibi mesleklerin de yaşamında var olma ve kırılma noktaları vardır. İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişi olan kutsal mesleğimizin Türkiye’deki iki önemli kurumu olan kamuda ve üniversitede bu noktalar büyük bir tesadüf eseri olarak birbiri ile çakışmıştır. Özellikle Cumhuriyet ile birlikte işlevi artan kamu veteriner otoritesi çeşitli adlar altında değişik bakanlıklara bağlı olarak faaliyet gösterdikten sonra Uluslararası Cenevre Sözleşmesinin temel bir koşulu olarak 1937 yılında yasalaşan Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanununda asıl kimliğini kazanmıştır. Bu kanuna göre kurulan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü yasadan kaynaklanan hayvan sağlığı, gıda güvenliği, hayvan ıslahı, halk sağlığı gibi görevlerini yaklaşık 50 yıl boyunca hiç aksatmadan ve başarı ile sürdürmüştür. Bu süre içerisinde Türkiye’ye özgü melez sığır ve koyun ırkları geliştirilmiş, suni tohumlama yaygınlaştırılmış, hayvan sayıları ve hayvansal üretimde önemli artışlar sağlanmış, yeni kamu kurumları oluşturulmuş, arada bir ortaya çıkan sığır vebası ve at vebası gibi salgın hastalıklar kısa sürelerde önlenmiş, insanların sağlıklı hayvansal ürünler tüketmeleri güvence altına alınmıştır. Kamuda olduğu gibi veteriner hekimliği yükseköğretimindeki yeniden yapılanma da 30 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da Türkiye’nin İstanbul Üniversitesinden sonra ikinci yükseköğretim kurumu olan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kurulması ile başlamıştır. Bu tarihte İstanbul’da bulunan Veteriner Yüksek Okulu bu enstitünün bünyesine alınmıştır. Kamuda Veteriner işleri Genel Müdürlüğünün kurulduğu 1937 yılında Yüksek Ziraat Enstitüsü bünyesindeki Baytar Fakültesi Veteriner Fakültesi adını almış ve 1948 yılında aynı adla yeni kurulan Ankara Üniversitesine katılmıştır. Yüksek Ziraat Enstitüsü Baytar Fakültesi ve Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi de yaklaşık 50 yıl özgün bilimsel araştırmalar yapmak ve kaliteli veteriner hekimleri yetiştirme konusunda çok başarılı hizmetlerde bulunmuşlardır. Görüleceği üzere Türkiye’de kamu veteriner otoritesi ve veteriner hekimliği yükseköğretimi neredeyse eş zamanlı olarak çağdaş bir kimlik kazanmıştır.
Gerek kamu veteriner otoritesinin gerekse veteriner hekimliği yükseköğretiminin bu başarılı serüveni ne yazık ki 12 Eylül Askeri Darbesinden sonra uygulanan yeni liberal politikaların kurbanı olmuştur. Önce, Yüksek Öğretim Kanununun 1982 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte dört olan veteriner fakültesi sayısı ve öğrenci kontenjanları hızla artmış, sonra da çıkarılan yönetmeliklerle tek tip ve çağ dışı bir öğretim sistemine geçilmiştir. Yeni açılan fakültelere öğretim üyesi bulmak adına gezici hocalar görevlendirilmiş, doktora yapan her kişi liyakatine bakılmaksızın Dünyada örneği olmayan yardımcı doçentlik kadrosu ile ödüllendirilmiştir. Pastanın aynı kalıp yiyenlerin çoğalması yeni açılan fakültelerin öğretim ve araştırma olanakları bakımından geri kalmasına neden olmuş, bir de buna öğrencilerin liyakatsiz hocalardan ders alması eklenince sahayı yetersiz donanıma sahip meslek mensupları doldurmuştur. Bugün veteriner hekimliği yükseköğretimine bakıldığında ortada çok hazin bir tablonun olduğunu görmekteyiz. 2019 yılı başında YÖK’e bağlı ve öğrenci alan yurt içinde 26, yurt dışında da 2 fakülte mevcuttur. Bunlara ilaveten, kanunu çıkmış ama kurulmamış 4 ve kurulmuş ama öğrenci almamış 2 olmak üzere toplam 6 veteriner fakültesi daha bulunmaktadır. Bu durumda Türkiye veteriner fakültesi sayısı bakımından Dünya’da 3. Avrupa’da 1. sıradadır. Bu fakültelerden her yıl 1500-2000 arasında öğrenci mezun olmakta ve sayıları tam olarak bilinmese de 30.000’i aştığı varsayılan veteriner hekimi ordusuna katılmaktadırlar. 2018-2019 Öğretim yılında 26 veteriner fakültesine kayıt yaptıran öğrenciler 70.500 ile 203.600 diliminde yer almaktadırlar. Bunun anlamı, üniversite sınavlarına giren ve sıralamada ilk 70.500 arasında bulunan lise öğrencilerinden veteriner fakültelerini tercih eden bir kişi bile çıkmamıştır. Türkiye’de şu anda mevcut veteriner fakültelerinin yaklaşık yarısı son 10 yıl içinde kurulmuş olup bunlardan çoğu öğretim üyesi sayısı, öğretim ve araştırma olanakları bakımından yetersizdir. Bu, aklı başında hiç kimse tarafından kabul edilemeyecek derecede kötü bir tablodur. Bu tablodan çıkarılacak ilk sonuç ya da sorun Türkiye’de öğretim koşulları kötü çok sayıda veteriner fakültesine düşük eğitim düzeyindeki lise öğrencilerinin kayıt olmasıdır. Bunun sonucu olarak da anılan fakülteler mesleki kalitesi çok düşük mezunlar vermektedir. Bundan en büyük zararı hiç kuşkusuz veteriner hekimliği kadar hayvancılık sektörü de görmektedir. Lafı uzatmadan çözüme gelmek istiyorum. Bundan böyle kesinlikle yeni veteriner fakültesi açılmamalı, kanunu çıktığı halde henüz açılmayan fakülteler derhal kapatılmalı, açılıp öğrenci alan fakat henüz mezun vermeyen fakülteler ise öğretim elemanları ve öğrencileri ile birlikte yakınlarındaki gelişmiş fakültelere nakledilmelidir.
Yüksek Öğretim Kanununun yürürlüğe girip yeni veteriner fakültelerinin açılması ile kamu hayvan sağlığı örgütünde reorganizasyon adı altında yapılan değişiklikler aynı tarihe rastlamaktadır. Kamunun bağımsız hayvan sağlık örgütü olan Veteriner işleri Genel Müdürlüğü 1985 yılına kadar başta hayvan ıslahı olmak üzere hayvan hastalıkları ile mücadele ve hayvansal gıdaların kontrolü konularında çok başarılı hizmetler vermiştir. Ne var ki, 12 Eylül askeri darbesinden sonra uygulamaya konulan liberal politikaların bir sonucu olarak diğer bazı etkili kamu kuruluşları ile birlikte Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü de kapatılmış ve yerine merkez-taşra uyumu bozuk, hantal yapılı genel müdürlükler kurulmuştur. Bunun sonucu olarak son 30 yıl içerisinde Türkiye’de hayvan hastalıkları olağanüstü boyutlarda yaygınlaşmış ve Ülke ekonomisini tehdit eder bir hale gelmiştir. Bugün baktığımızda Türkiye’deki kamu hayvan sağlık örgütü çağ dışı, atıl, etkisiz, dağınık ve iş yapamaz bir durumdadır. Örgütlenmedeki bu yanlışlığa bir de kamu veteriner hekimlerinin temel mesleki işlevleri olan teşhis, tedavi, otopsi, operasyon, koruyucu aşılama, suni tohumlama gibi uygulamalardan uzaklaştırılması eklenmiştir. Günümüzde kamu veteriner hekimleri ne yazık ki masa başında oturup Türkvet’e veya Çiftçi Kayıt Sistemi‘ne kulak numarası girmek ya da üreticilerin alacağı devlet desteğini hesaplamak gibi bir lise mezununun bile kolaylıkla yapabileceği türden basit işlere mahkum edilmişlerdir. Bugün, ineklerden yeterli sayıda buzağı alınamamasının, buzağı ölümlerinin önlenememesinin, dolayısıyla ortaya çıkan kırmızı et açığının ve son tahlilde yapılan milyarlarca dolarlık ithalatın altında yatan neden kamu veteriner hekimlerinin sahada, ahırda, merada, işletmede çalışmamasıdır. Çözüm özellikle de Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminde çok kolaydır. Halen yürürlükte olan Uluslararası Cenevre Sözleşmesine uygun olarak çağdaş, etkin, mobil, bağımsız, merkez-taşra bağı güçlü bir kamu hayvan sağlığı örgütü ivedilikle kurulmalı ve veteriner hekimlerinin bir an önce mesleklerini yapmaları sağlanmalıdır.
Bilindiği gibi, girdi maliyetlerinin yüksekliği, karkas et ve çiğ süt fiyatlarının düşüklüğü ve son bir yıl içerisinde yapılan yoğun ithalat üreticileri çok zor durumda bırakmış ve on binlerce sağmal inek kasaba gitmek zorunda kalmıştır. Sadece 2018 yılında 897.000 besilik, 117.500 baş kesimlik sığır ve 45.500 ton karkas ve kemiksiz kırmızı et ithal edilerek yurt dışındaki hayvan üreticilerine toplam 6.360.000.000 lira para ödenmiştir. Başka bir anlatımla Türkiye kendi üreticisinden çok yabancı üreticileri desteklemiştir. Bu durum hayvan üreticileri kadar büyükbaş kliniği bulunan veteriner hekimleri de olumsuz olarak etkilemiştir. Bir örnek vermek gerekirse büyükbaş ile uğraşan meslektaşlarımızın üreticilerden yaklaşık bir milyar lira alacaklarının olduğu hesap edilmektedir. Her yıl mesleğe atılan iki binin üzerindeki genç veteriner hekim ne yazık ki sorunu daha da büyütmektedir. Böyle giderse yakın bir gelecekte büyükbaş hayvan kliniklerinin önemli bir bölümü kapılarına kilit vurmak zorunda kalacaktır. Son günlerde Türk hayvancılığı ve veteriner hekimliği Tarımda Milli Birlik Projesi adı altında yeni bir dayatma ile karşı karşıyadır. Bu proje ile Türk hayvancılığı ve veteriner hekimliği küresel güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin güdümü altına alınmak istenmektedir. Aynı plan yıllar önce Somali’de uygulanmıştır. 1980 li yıllarda hayvancılığı çok gelişmiş ve Afrika kıtasının hayvansal ürün ihtiyacını karşılayan bir ülke konumunda olan Somali’de önce kamu veteriner teşkilatı ortadan kaldırılmış, sonra da hayvancılık küresel sermayenin emrine verilmiştir. Bugün Somali’nin geldiği nokta ortadadır. Bırakın hayvansal ürün üretmeyi, Somali’de açlıktan ve iç savaştan insanlar ölmektedir. Türkiye’nin de, uygulanmaya çalışılan bu proje ile Somali gibi olmayacağını kimse garanti edemez. Sözü daha fazla uzatmadan önerime geçeyim. Meslekten hiçbir beklentisi olmayan, öğrencilik dahil 54 yıllık bir emekli veteriner hekimi olarak bu kötü gidişi durdurmak adına başta Türk Veteriner Hekimleri Birliği olmak üzere tüm mesleki örgütlerimizi göreve davet ediyorum. Gün Dünya Veteriner Hekimleri Gününü kutlama günü değildir. Zaten ortada kutlanacak bir gün de kalmamıştır. 27 Nisan’da Ankara’da yapılacak toplantıya tüm örgütlerimiz katılmalı ve bu toplantıda kutlama yapmak yerine kutsal mesleğimizin geleceğine yönelik stratejiler tartışılarak tespit edilmelidir. Daha sonra da bu tespitler başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Devletin tüm ilgililerine ve medya yoluyla Türk kamuoyuna duyurulmalıdır. Aksi takdirde, başta meslek şehitlerimiz olmak üzere ebediyete intikal eden tüm meslektaşlarımızın vebali üzerimizde olacaktır.
Günün güncel tabiriyle hayvancılıktaki bu kötüye gidiş kutsal mesleğimiz için bir beka sorunu haline gelmiş bulunmaktadır. Mesleki örgütlerimizin hayvancılığın ve veteriner hekimliğinin sorunlarını kamuoyu ile paylaşma konusunda yetersiz kaldığını hepimiz biliyoruz. Ancak suçun tümünü meslek örgütlerimize yüklemek de doğru değildir. Meslektaşlarımızın da meslek örgütlerini harekete geçirecek davranışları sergilemeleri gerekir. Ayrıca gerek yazılı ve sözlü medyada gerekse sanal ortamdaki değişik platformlarda görüşlerimizi açıklamamız çok büyük bir önem taşır. “ Hakikatler fikirlerin çarpışmasından ortaya çıkar “ diye özlü bir söz vardır. Ayrıca her şeyi devletten beklemek de doğru değildir. Victor Hugo’nun “ Kendisinin kurtarılmasını bekleyenler sadece kölelerdir” sözünü de unutmamak gerekir. Kökleri insanlık tarihi kadar eski, geçmişi şan ve şereflerle dolu kutsal mesleğimizin içinde bulunduğu bu yok oluş sürecinde temel meseleleri unutup tali konuları tartışmak Osmanlı ordusu İstanbul surlarına dayandığında Bizanslı papazların Ayasofya’da hala meleklerin cinsiyetini tartışmalarına benzer. Mevzubahis olan mesleğimizin bekası ise gerisi teferruattır.
Bu açıklamalardan sonra yazının başlığını oluşturan soruya yanıt vermek gerekirse Türk veteriner hekimliğinin iyi bir yolda olmadığı söylenebilir. Ancak yine de, özellikle genç meslektaşlarımın morallerini yükseltmek ve motivasyonlarını artırmak için kutsal mesleğimiz hakkında ifade edilen kimi söylemlere değinmek istiyorum. İstiklal marşımızın yazarı meslektaşımız Mehmet Akif Ersoy veteriner hekimliğinin önemini şiirinde şöyle belirtiyor. “Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lazımmış / Beni dinler misin evlat, yine kim bilse çalış / Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar / Bize insan hekiminden daha lâzım baytar ”. Aynı konuda İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün veciz söylemini hepimiz çok iyi biliriz. “ Öğrenmenin ilk çağlarından beri veteriner mesleğinin genişliğini sağ duyu ile hissetmiştim. Görüşüm arttıkça, millet kültüründe ve fende, millet varlığı içinde veterinerin büyük rolünü anlayışla kavradım. Bu mesleğe imkanlarının, salahiyetlerinin artması için kudretim yettikçe yardım etmeye çalıştım. Veteriner konusunu vatandaşlarımın benim kavradığım gibi anlamalarını isterim. Milletin fende kalkınması ve gelişmesi için veteriner başrol sahibi olanlardandır. Biyoloji veteriner himmeti ile ufuklarını genişletebilir. Birçok hekimlik meselelerini halletmek ancak hayvanlar üzerinde araştırma yapmakla mümkün olur. Denilebilir ki insan hekimliği veteriner hekimliğinin yanında okyanusa karşı bir iç deniz gibidir “. Milattan önce 1200 yılında “ Beşeri hekimleri insanı, veteriner hekimleri insanlığı kurtarır “ görüşü ortaya konulmuştur. Ünlü fizikçi Einstein, “ Veteriner fakültesinde okumak zeki insanların tercihidir “ demiştir. İstiklal savaşında ordunun hareket gücü olan öküzler şap ve sığır vebasına yakalandıklarında bir yandan bu hastalıklarla bir yandan da düşmanla savaşan kahraman meslektaşımız ünlü komutan Fevzi Çakmak’a “ Türk veteriner hekimleri olmasaydı istiklalimizi kazanamayacaktık “ sözünü söyletmiştir. Satırlarımı yine ulusal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bugünümüzü çok iyi tanımlayan dizeleri ile bitirmek istiyorum. “ Ölürsem görmeden mesleğimdeki arzu ettiğim feyzi-gelişmeyi- / Yazılsın seng-i kabrime -mezar taşıma- mesleğim mahzun, ben mahzun”.