GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK VETERİNER HEKİMLİĞİ

Geçmişten günümüze Türk Veteriner Hekimliği denilince akla kamu hayvan sağlığı örgütlenmesi ve veteriner hekimliği yüksek öğretimi gelmektedir. Her iki olgunun da en az 150 yıllık geçmişleri vardır. Günümüzde veteriner hekimliği çalışma alanlarından olan ve önemli ölçüde istidam sağlayan özel sektör ve serbest kesim veteriner hekimliğinin geçmişi ise yaklaşık 30 yıl öncesine ancak gitmektedir. Bu yazımda, Türkiye’deki kamu hayvan sağlığı örgütlenmesinin ve veteriner hekimliği yüksek öğretiminin Osmanlı’dan günümüze değin geçirdiği evreleri kronolojik olarak anımsatıp bugünkü durumu kendimce irdelemeye çalışacağım.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ilk Ziraat Nezareti (Tarım Bakanlığı), ilk Askeri Veteriner Okulunun açılması ile eş zamanlı olarak 1846 yılında kuruldu. Birkaç kez değişime uğrayarak sonunda Orman, Maadin ve Ziraat Vekaleti adını alan bu Bakanlığa, 1888 yılında Nafıa Nezareti (Bayındırlık Bakanlığı) bünyesinde kurulmuş olan “Umur-i Baytariyye Müfettişi Umumiliği” bağlandı. Bu kuruluş 1909 yılında “Umur-i Baytariyye Müdüriyeti” adı altında yeniden düzenlendi. Cumhuriyetten sonra hayvan sağlığı ile ilgili kamu örgütlenmesini İktisat Vekaleti ( Ekonomi Bakanlığı ) bünyesinde kurulan Baytar Umum Müdürlüğü adı altında görmekteyiz. Ancak, 1924 yılında İktisat Vekaleti kaldırılıp yerine Ziraat ve Ticaret Vekaleti kurulunca hayvan sağlığı örgütlenmesi bu Bakanlık bünyesine alınmışsa da daha sonra bu Bakanlığın hizmetleri yeniden kurulan İktisat Vekaletine devredilmiştir. Sonunda, 1931 yılında ikinci kez bağımsız bir Tarım Bakanlığı kurulmuş ve kamu hayvan sağlığı hizmetleri yeniden bu Bakanlığa aktarılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1936 yılında Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesini kabul etmesi kamu hayvan sağlık örgütlenmesi sürecinin çok önemli aşamasını teşkil eder. Türkiye’nin hayvansal ürünler ihracatını ve hayvan hastalıkları ile mücadelesini düzenleyen bu Sözleşmenin bir gereği olarak 1937 yılında 3203 sayılı Ziraat Vekaleti Vazife ve Teşkilat Kanunu çıkarılarak Tarım Bakanlığı bünyesinde Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. Kanuna göre hayvan ıslahı, hayvan sağlığı ve gıda güvenliği alanındaki tüm hizmetler Veteriner İşleri Genel Müdürlüğüne dolayısıyla veteriner hekimlerinin sorumluluğuna bırakılmıştı. Bu kanun uyarınca, Türkiye’de hayvan ıslahı alanında faaliyet gösteren tüm haralar, inekhaneler, boğa ve koç depoları Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde toplandı. Türk Veteriner Hekimleri bu kurumlarda yapmış oldukları özverili çalışmalar ile düşük verimli yerli koyun ve sığır ırklarını ıslah ederek Karacabey Esmeri, Karacabey Merinosu, Konya Merinosu gibi yeni ırklar elde etmişler ve Haflinger Atı ırkının Türkiye’de adaptasyonu ve yaygınlaşması konusunda önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Öte yandan, 1948 yılında başlayıp aralıksız 30 yıl devam eden koyun ve sığır sun’i tohumlaması çalışmaları sonucunda Türkiye’de milyonlarca koyun ve sığırın genetik yapıları iyileştirilmiş ve sayıları çoğaltılmıştır. Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün hayvan sağlığı alanında yapmış olduğu özverili çalışmalar sonucunda, zaman zaman ortaya çıkan ve batılı uzmanlarca 10 yılda söndürülmesinin zor olduğu iddia edilen at vebası ve sığır vebası salgınları 2-3 sene gibi kısa bir sürede eradike edilebilmiştir. Bu özverili çalışmalara örnek olması ve konuyu bir parça renklendirmesi adına biri duyduğum, öteki de bizzat yaşadığım iki anıyı sizlerle paylaşmak isterim. Mezuniyetten sonra atandığım Sivas Veteriner Müdürlüğünde birlikte görev yaptığım Hayvan Sağlık Memuru rahmetli Nabi Bey bir gün odada otururken gömleğinin önünü açtı ve göğsündeki nal izini gösterdi. Nabi Bey bu izin 1960’larda At Vebası Mücadelesi sırasında bir atın tepmesi sonucu oluştuğunu ve bir madalya gibi göğsünde taşıdığını söyledi. Kendimle ilgili anım ise şöyle, Sivas’tan Hafik’e sığır vebası mücadelesi için giderken arabamız kara saplandı ve kurtulma çabalarımız sırasında benzinimiz bitti. Hayvan sağlık memuru ve şoför arkadaşlarla uzun süre kurtarılmayı bekledikten sonra ( genç meslektaşlarım için belirteyim, o tarihlerde daha cep telefonu icat edilmemişti ) tam donmak üzere iken tesadüfen oradan geçen bir Jandarma Müfrezesi tarafından yarı baygın bir vaziyette iken kurtarılıp at sırtında en yakın köye götürülmüştük. Bu koşullarda hizmet veren başka bir meslek grubunun olduğunu sanmıyorum. Veteriner İşleri Genel Müdürlüğünün bir görevi de gıda güvenliği ve halk sağlığı alanında idi. Yurt geneline yayılan Gıda Kontrol Laboratuvarlarında her türlü hayvansal gıdanın muayenesi yanında veteriner hekimleri mezbahalarda ek görevle çalışarak insan sağlığına da hizmet etmişlerdir. Kutsal mesleğimiz bu özverili çalışmalar sırasında adını Veteriner Hekimliği Tarihine altın harflerle yazdıran şehitler bile vermiştir.
Türkiye’deki kamu hayvan sağlığı örgütlenmesinin başarılarla dolu bu serüveni ne yazık ki, 1983 yılında, 3203 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran 183 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile tümüyle başka bir boyuta evrilmiştir. Reorganizasyon adı verilen bu devrim niteliğindeki değişiklikler ile yıllardır çok büyük başarılara imza atmış bulunan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü kaldırılmış, yerine sık sık adları ve hizmet alanları değişen ucube Genel Müdürlükler kurulmuştur. Aslında reorganizasyon adı verilen bu değişim helen bile yürürlükte bulunan Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesi hükümlerine aykırıdır. Çünkü, Sözleşmenin 3.Maddesinin 1.Bendi, “ Devlet baytari hizmeti, selahiyattar bir nazıra doğrudan merbut mes’ul bir baytar şefinin idaresi altına konulmalıdır “ hükmünü getirmektedir. Yani, kurulacak Devlet Veteriner Örgütünün yetkili bir Bakana doğrudan bağlı, sorumlu bir Veteriner Hekiminin yönetimi altında olması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Ancak bugün baktığımızda, ortada ne bir bağımsız Veteriner Örgütü vardır, ne de hayvan sağlığı hizmetlerinin bağlı olduğu Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğünün başında sorumlu olarak bir veteriner hekimi bulunmaktadır. Halen yürürlükte olan Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesi hükümlerine aykırı olarak dayatılan bu durum ne yazık ki meslek olarak duyarsız kalmamız yüzünden bugün de varlığını sürdürmektedir. Pekiyi, örgütlenme biçimi değişince her şey düzelmiş midir? Bu soruya verilecek yanıt ne yazık ki hayırdır. Tam tersine örgütlenme biçimi değişince Türkiye’deki hayvan sağlığı ve gıda güvenliği hizmetleri tam bir kaos içerisine girmiştir. Bugün Türkiye’de, sırf bağımsız bir kamu hayvan sağlığı örgütü bulunmadığı için hastalıklar kol gezmekte; şap, bruselloz, tüberküloz, leukoz gibi salgınlar hayvanları kasıp kavurmaktadır. Kamu veteriner örgütlenmesi bünyesinde çalışan veteriner hekimlerinin durumu da içler acısıdır. Tarım İl ve İlçe Müdürlüklerinin %80 inden fazlasında veteriner hekimi dışındaki meslek mensupları yöneticilik yapmaktadır. Bakanlıkta sadece bir veteriner hekimi Genel Müdür olarak görevlidir. İl ve İlçe Müdürlüklerinde görev yapan veteriner hekimleri muayene, otopsi, teşhis, tedavi, operasyon, sun’i tohumlama gibi en temel veteriner hekimliği hizmetlerini yerine getirememekte, Dünyanın hiçbir Ülkesinde görülmeyecek biçimde tıpkı bir bilgisayar işletmeni gibi hayvanların kulak numaralarını kaydetmek, ölen ya da satılan hayvanların kulak numaralarını sistemden çıkarmak ya da nakletmek, sık sık gündeme gelen küpe aflarından yararlanan hayvanları sisteme dahil etmek, yetiştiricilerin Devletten alacakları desteklerin hesabını yapmak türünden gereksiz işlerle uğraştırılmaktadır..Bu durum gerçekten de mesleğimiz adına utanç vericidir ve mesleğimizin gelişmesi için unutulmaz hizmetlerde bulunmuş rahmetli meslektaşlarımızın ve meslek şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır. Bir de hiçbir işe yaramayan Targel’in kaldırılmasından sonra güya daha etkin olsun diye kurulan Tarımsal İşletme Danışmanlığı konusu vardır. Kamuda görevli bir veteriner hekimine baş edemeyeceği sayıda hayvancılık işletmesi verilmekte ve bu işletmelere teknik danışmanlık yapmaları istenmektedir. Danışman veteriner hekimlerin danışmanlık yaptıkları işletmelere gerekli kurallara uymadıkları taktirde ceza yazma yetkileri vardır ama çelişkiye bakın ki, merkezden telefonla yetiştiriciden danışmanın performansını değerlendirmesi istenmektedir. Danışman veteriner hekiminin ceza yazdığı bir yetiştirici acaba o veteriner hekimi için telefonda nasıl bir değerlendirmede bulunacaktır? Kamuda çalışan veteriner hekimlerinin özlük hakları benzerlerine nazaran çok geridir. Kanunda sağlık sınıfında görünüp te fiili hizmet tazminatı almayan tek sağlık çalışanı veteriner hekimleridir.
Türkiye’de veteriner hekimliği öğretiminin geçmişi 175 yıl öncesine dayanır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1842 yılında, Dünyadan 80 yıl gecikmeyle İstanbul’da ilk Askeri Veteriner Okulu ( Baytar Mektebi ) açılmıştır. Bu okula 1881 yılından itibaren sivi öğrenciler de alınmaya başlandı. Bu okuldan tam 47 yıl sonra, 1889 yılında Mülkiye Tıp Okulu bünyesinde ilk sivil öğretim kuruluşu olan Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi kuruldu. Cumhuriyet döneminde, 1920 yılında bu iki okul birleştirilerek Baytar Mekteb-i Alisi hizmete girdi. Bu okulun adı 1928 de Yüksek Baytar Mektebi olarak değiştirildi. Yüksek Baytar Mektebi 1933 yılında Ankara’da Yüksek Ziraat Enstitüsünün kurulması ile birlikte Baytar Fakültesi adı altında bu Enstitünün bünyesine alındı. Baytar Fakültesi 1948 yılında yeni kurulan Ankara Üniversitesine bağlanarak Veteriner Fakültesi adı altında öğretim hayatına devam etti. Veteriner hekimliği yüksek öğretiminin üniversite düzeyinde başlangıcı olan Yüksek Ziraat Enstitüsü’nden kısaca bahsetmek istiyorum Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün 1933 yılında açılışı, İstanbul Darülfünunu’nun kapatılıp yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulduğu 1933 Üniversite Reformu ile birlikte, Türk yüksek öğretim tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu Enstitü bünyesinde Ziraat, Orman, Veteriner, Tabii İlimler ve Ziraat Sanatları Fakülteleri yer almaktaydı. Yüksek Ziraat Enstitüsünde Alman hükumeti tarafından görevlendirenlerin yanında Hitler’in mezaliminden kaçıp Türkiye’ye sığınan dört hoca daha çalışmaktaydı. İstanbul’dan gelen Türk veteriner ve ziraat hocaları Alman hocalar yanında hem asistanlık hem de tercümanlık yapmaktaydı. Yüksek Ziraat Enstitüsü’nün kuruluşundan Veteriner Fakültesinin Ankara Üniversitesine bağlanmasına kadar geçen 15 senede veteriner öğrencileri bu değerli hocalardan eğitim almışlardır. Ankara Üniversitesine katılan Veteriner Fakültesinde de yine bu değerli hocaların yanında yetişmiş Türk hocalar görev yapmıştır. Benim 1965-1970 yılları arasında Türkiye’de tek olan Ankara Veteriner Fakültesindeki öğrenciliğim sırasında her kürsüde ( bugünkü Ana Bilim Dalı ) Yüksek Ziraat Enstitüsü kökenli hocalarımız bulunmaktaydı ve biz o değerli hocalardan ders almıştık. Bu değerli hocalarımızın sayıları günümüzde bir Ana Bilim Dalında olduğu gibi 9-10 değil en fazla 2-3 idi. Yanlış anlaşılmasın bu sayı aynı zamanda tüm Türkiye’de o bilim dalındaki toplam hoca sayısı idi. Örneğin İç Hastalıkları Kürsüsünde rahmetli Selahattin Nejat Yalkı, Yaşar Altan ve Cahit Özcan; Fizyoloji Kürsüsünde de rahmetli Macit Erkol, Talat Konuk ve halen hayatta olan Ahmet Noyan hocalarımız vardı.
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi 22 yıl tek fakülte olarak öğretim hayatına devam ettikten sonra 1970 yılında Elazığ, 1972 yılında da İstanbul Veteriner Fakülteleri kuruldu. Yüksek Öğretim Kurumunun faaliyete geçmesinden sonra sayıları hızla artan Veteriner Fakülteleri bugün çoğumuzun tam olarak bilemediği bir sayıya ulaşmıştır. Bugün fakülteler; mezun veren, öğretime devam eden fakat mezun vermeyen, kuruluş kanunu çıkıp açılan fakat öğrenci almayan, kuruluş kanunu çıktığı halde açılmayan, kanun teklifi verilen ama Meclis’te bekleyen gibi sınıflara ayrılmaktadır. Günümüzde Ceyhan, Milas gibi ilçelerde Veteriner Fakülteleri açılmış, Şebinkarahisar’da da açılmak üzeredir. Sayısı tam olarak bilinmediği için Dünyadaki sıralaması da ikincilik ile üçüncülük arasında gezinmektedir. Veteriner Fakültelerinin çoğunda öğretimin temeli olan hayvan hastanesi, uygulama çiftliği, laboratuvar gibi tesisler ya hiç yoktur ya da yetersizdir. Buna bir de çok düşük puanlarla kayıt yapmaları eklenince bu fakültelerdeki öğrenciler doğru dürüst yetişmeden, bir sığır muayene etmeden, bir enjeksiyon yapmadan mezun olmaktadırlar. Şu anda yeni kurulan fakülteler, bünyelerinde çalışan öğretim elemanlarına istihdam sağlamaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Türk Veteriner Hekimliğinin gerek kamu örgütlenmesi gerekse yüksek öğretim bağlamında içinde bulunduğu içler acısı durumun çözümü konusunda kuşkusuz çok şey söylenebilir. Ancak, ben lafı uzatmadan her iki konuda somut iki öneri sunmak istiyorum. Türkiye’deki kamu hayvan sağlığı örgütlenmesi halen yürürlükteki Uluslar Arası Cenevre Sözleşmesinin ruhuna uygun olarak, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı bağımsız ve iller bazında değil de hayvancılık havzaları bazında örgütlenmiş, havzalarda kendisine direkt bağlı teşkilatları bulunan Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü çatısı altında toplanmalıdır. Türkiye’de yeni Veteriner Fakültesi açılmasına asla izin verilmemeli, henüz öğrenci almayan Fakülteler derhal kapatılmalı ve varsa çalışan öğretim elemanları başka fakültelere nakledilmeli, öğrenci alan Fakültelerden olanakları yetersiz olanlar ise bölge bazında birleştirilmelidir.