Sayın Adnan Serpen’in rahmetli hocamız Prof.Dr.Zihni Erençin
ile ilgili olarak gruba gönderdiği döküman beni çok eski yıllara
götürdü. Rahmetli Erençin hocamız öğrenciliğimiz sırasında bizim hem
Histoloji hem de Kültür Balıkçılığı derslerimize girmişti. O zaman tek
olan Ankara Veteriner Fakültesinin ders programına Kültür Balıkçılığı
dersini koyduran ve ilk olarak okutan da Prof.Dr.Zihni Erençin’dir.
Kendisi aynı zamanda Ankara Üniversitesi Rektörlüğü de yapmıştı.
Derslerini tam bir filozof yetkinliği ile anlatır, deyim yerindeyse
dersi derste öğretirdi. Teneffüslerde odasına gitmez, biz öğrencilerin
sorularını ya da sorunlarını dinlerdi. Çok mütevazı ve nüktedan bir
kişiliğe sahipti. Bir gün yine teneffüste sınıfta kalmış ve bizlerle
sohbete dalmıştı. Şimdi Çapa Tıp Fakültesinde profesör olan Mehmet
Güngör arkadaşımız hocaya bizim bile garipsediğimiz tuhaf bir soru
sordu. Bunun üzerine hocamız Mehmet’i güreşçiler gibi bir el ense
çekip, kucakladığı gibi yere yatırdı. Mehmet’in ve bizlerin şaşkın
bakışlarımız altında tekrar elinden tutup kaldırdığını anımsıyorum.
Almanya’da doktora yaptığı ve sanırım annesinin de Alman olması
nedeniyle mükemmel bir Almancası vardı. Her gece yatmadan önce
Türkçe-Almanca Sözlüğü bir roman gibi okuduğunu söylerdi.Bu vesileyle
Zihni Erençin hocamızı minnet ve rahmetle anıyorum.
Aynı dökümanda Ord.Prof.Dr.Samuel Aysoy’un fotoğrafı ve altında
da emekliye ayrıldığı haberi yer alıyor. Gerçi ben hocamıza
yetişemedim ama duyduklarımdan sıra dışı bir bilim adamı olduğunu
öğrendim. Yanılmıyorsam Ord.Prof.Aysoy Hitler’in mezaliminden kaçıp
Türkiye’ye sığınmıştı. Kendisi bir İç Hastalıkları hocası olmasına
karşın daha çok vücuttaki manyetik alanlardan hastalıkları teşhis etme
konusu üzerinde çalışıyordu. Hatta bu konuda yazdığı bir kitap benim
de elime geçmişti. Söylendiğine göre elinde tuttuğu bir şakülü vücutta
dolaştırıyor ve şakülün hareketlerine göre hastalıkların yerini
söylüyormuş. Yine o zaman gelişmiş görüntüleme cihazları olmadığı için
insanların bile hocamıza gelip muayene oldukları söylenir. Samuel
Aysoy hocamızı da saygı ve minnetle anıyorum.
Bu vesileyle, her iki değerli hocamızı gördüklerim ve
duyduklarım kadarıyla özellikle genç meslektaşlarıma tanıtma fırsatı
verdiği için Sayın Adnan Serpen’e teşekkür eder, hepinize saygılar
sunarım.Sevgili Hakan Boyar’a, mesleğimizin ve biz Veteriner Hekimlerin gelişmesinde unutulmaz katkıları bulanan yaşayan ya da vefat etmiş hocalarımızı özellikle genç kuşaklara tanıtmasından dolayı teşekkürlerimi sunuyor ve kendisini yürekten kutluyorum. Ord.Prof.Dr.Samuel Aysoy hocamız, 1885 de Gümülcine’de doğmuş, emekli olduktan üç yıl sonra 1959 da İstanbul’da ölmüştür. Hocamız Mülkiye Baytar Mektebini 1906 da bitirmiş,daha sonra Fransa’da uzmanlık eğitimini tamamlamıştır. Yurda dönüşünden sonra askeri ve sivil veteriner okullarında,Yüksek Ziraat Enstitüsünde ve Ankara Veteriner Fakültesinde İç Hastalıkları dersleri okutmuştur. Asıl branşı İç Hastalıkları olsa da renkli kişiliği nedeniyle değişik konularda da faaliyetleri olmuştur. İç Hastalıkları konusundaki kitapları dışında; Ankara Kedileri, Üreme Biyolojisi, Radiestezi üzerinde de eserleri bulunmaktadır. Örneğin, ” Oğlan mı, kız mı? Arzuya Göre Oğlan veya Kız Anası Olmak İçin Ne Yapmalı” başlıklı kitabı ilginçtir. Ayrıca, yaşadığı dönemde hiç bilinmeyen Radiestezi konusunda kaleme aldığı ” Tabiat Mucizeleri.Tıbbi ve Biyolojik Radiestezi. Hekimlikte Yeni Ufuklar ” adlı kitabı sadece Veteriner Hekimlikte değil İnsan Hekimliğinde de büyük yankılar uyandırmıştır. Aysoy Hocamız Radiesteziyi,” canlı veya cansız cisimlerden çıkan dalgalar vasıtasıyla cisimleri keşfetme ilmi” diye tanımlıyor. Bunun için de bir sarkaç ya da çubuk kullanılıyor. Öğrenciliğimizde hocamızın tedavi biçimi ve sarkacı bir şehir efsanesi gibi dillerimizde dolaşırdı. Hatta çözümsüz hastalıklara yakalanan insanların bile hocamızın kapısında kuyruk oluşturduğu söylenirdi. Anlatıldığına göre, hocamız sarkacını insan ya da hayvan vücudu üzerinde dolaştırıyor, sarkacın titreştiği bölgeye ve titreşmenin derecesine göre hastalıkları teşhis ediyordu.
Bu vesileyle Samuel Aysoy hocamızı saygı ve minnetle anar, sevgili Hakan Boyar’a da bize hocamızı tanıtma yolunu açtığı için tekrar teşekkürlerimi sunarım.