2018 yılı Türkiye hayvancılığında bugüne kadar yaşanan en kötü bir yıl olmuştur. Elli yıllık meslek hayatımda hayvancılığın çok badireler atlattığına rastladım ama ne yazık ki böylesini hiç görmedim. Örneğin bu elli yıllık süreçte 2018’de olduğu kadar kırmızı et ve canlı hayvan ithal edildiğine hiç tanık olmadım. Yetiştiricinin besi hayvanını kestirmek için devletin kombinalarından iki üç ay sonraya randevu aldığına hiç rastlamadım. Bir litre süt parasına bir kilodan az fabrika yemi alınacağını söyleseler inanmazdım. Geçmişte de sağmal inekler kasaba gitmişti ama bugünkü kadar kaliteli ineğin kesildiği hiç olmamıştı. Kısacası hayvan yetiştiricisinin bu kadar çaresiz kaldığını ilk kez 2018 yılında gördüm.
2018 yılını değerlendirdiğimizde yaşanan ilk önemli olay Bakan değişikliğidir. Son iki yılda üç bakanın görev yapması ve bakanlığın adının üç kez değişmesi gerçekten de Tarım Bakanlığı tarihinde görülmemiş bir olaydır. Asıl garip olanı ise üç bakanın da aynı partinin mensubu olmasına rağmen göreve geldiklerinde tüm tarım politikalarını ve yüksek bürokratları değiştirmeleridir. Bence bugün hayvancılığın içinde bulunduğu çıkmazın temel nedeni budur. Örneğin bir bakan zamanında Milli Tarım Reformu adı verilen bir proje açıklanmıştı. Bu projede canlı hayvan ithalatına son vermek amacıyla yetiştiricinin damızlık düve ve besi danası ihtiyacı yerli kaynaklardan sağlanacak, dolayısıyla bu hayvanları üretecek hastalıktan ari damızlıkçı işletmeler kurulacaktı. Hatta embriyo transferi tekniği Türkiye genelinde yaygınlaştırılacak ve bu teknikle elde edilen kaliteli dişi buzağılar süt sığırcılığı işletmelerinin düve kaynağını oluşturacaktı. Aslında milli ve yerli bir proje olan bu girişim iyi uygulanmış olsa hedeflediği amaçlara ulaşabilir ve hatta belki de ithalata bile gerek kalmayabilirdi. Ne yazıktır ki, ithalattan büyük rantlar elde eden çevreler derhal harekete geçtiler ve kendilerini bitirecek olan bu projeye karşı cephe aldılar. Yaptıkları ilk iş ithalata son vermek isteyen bakanı alaşağı etmek oldu. Sonradan gelen bakan Milli Tarım Reformunu rafa kaldırarak ithalat lobisinin isteği doğrultusunda canlı hayvan ithalatını o güne kadar hiç görülmedik bir biçimde arttırdı. Bununla da yetinmeyen bakan halka ucuz et yedirmek ve enflasyonu düşürmek bahanesi ile hayvancılık kapasitesi Türkiye’nin binde biri kadar bile olmayan bazı ülkelerden ne olduğu belirsiz kırmızı etler ithal edip kendi görüşüne yakın market zincirlerinde güya ucuz fiyatlarla sattırdı. Ne var ki bu etleri dar geliri halktan çok sokak köftecileri ve lokantacılar kapıştı. Zaten gelir düzeyi iyice düşen halk ucuz dedikleri eti bile satın alamadığı gibi ne hikmetse fiyatlar ucuzlamadı, enflasyon da düşmedi. Bu durum karşısında et fiyatlarındaki artışın enflasyonu körüklediği görüşünü savunan çevreler de maalesef hüsrana uğradılar. Kuşkusuz en büyük zararı dövizi boşa giden Devlet ile çaresiz ve desteksiz kalan hayvan yetiştiricileri gördü. Bir Bakan gidip diğeri geldiğinde bakanlığın tüm yüksek bürokratları da değişti. Ben Tarım Bakanının ille de tarım ile ilgili mesleklerin birinden olmasını savunanlardan değilim. Bakanlık siyasi bir makamdır ve daha çok tarım politikalarını yönetir. Oysa asıl politikaları oluşturacak olan yüksek bürokratlardır. Yüksek bürokratlar kendilerine bağlı uzmanların, konu ile ilgili üniversitelerin, sektördeki sivil toplum örgütlerinin görüşlerini alarak politikalar oluştururlar ve bakana sunarlar. Bakan da bu politikaların takibinden ve gerçekleşmesinden sorumludur. Yıllardır gördüğüm kadarıyla meslekten gelen bakanlar konuya ön yargılı yaklaşmakta, her şeyi ben bilirim anlayışı ile uzman görüşlerine fazlaca itibar etmemektedirler. Onun için bürokrasi çok önemlidir ve bürokratların bilgili, kariyerli ve liyakatli insanların arasından seçilmesi esastır. Oysa son iki yılda her Bakan değiştiğinde sanki başka bir parti iktidara gelmiş gibi tüm bürokratlar da değişmiş ve yerlerine yeni gelen bakanın adamları atanmıştır.
2018 yılında hayvancılığı bitme noktasına getiren asıl olay bugüne kadar hiç görülmedik yoğunlukta yapılan canlı hayvan ve kırmızı et ithalatıdır. Yıl bitmediği ve şimdiye kadar verilen rakamlar da tam sağlıklı olmadığı için her hangi bir istatistik vermek istemiyorum. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki 2018 yılı Türkiye’de hayvan ithalatının en fazla yapıldığı bir yıl olmuştur. Öyle ki, 2018 yılı içinde hayvan yetiştiricilerine verilen destekten daha fazla para ithalata harcanmış, bir anlamda devlet Türk hayvan yetiştiricisinden çok Avrupalı ve Güney Amerikalı hayvan yetiştiricilerini desteklemiştir. Yerli kaynaklar kullanılarak kolaylıkla kapatılabilecek kadar az olan kırmızı et açığı ve halka ucuz et yedirmek bahane edilerek yapılan bu ithalat sonucu yerli üreticiler çok güç duruma düşmüşler ve sağmal ineklerini bile kesime göndermek zorunda kalmışlardır. Bu yetmezmiş gibi bir de 2018 yılının ikinci yarısında aniden fırlayan döviz fiyatları başta fabrika yemi ve mazot olmak üzere girdi fiyatlarını olağan üstü artırmış, bu da zaten ithalat yüzünden zarara uğrayan Türk hayvan yetiştiricisini büsbütün perişan etmiştir. Tüm bu olumsuzluklara karşın bir de Ulusal Süt Konseyi çiğ sütün referans fiyatını maliyetinin çok altında tespit edince sağmal hayvan kesimleri daha da artmıştır.
Bugün gelinen noktada hayvancılıktan para kazanamayan, bu nedenle de borçlarını ve banka kredilerini ödemede güçlük çeken hayvan yetiştiricileri yıllardır özenle bakıp besledikleri kaliteli damızlıklarını bile kestirmek zorunda kalmışlardır. Bugün sayıları tam olarak bilinmese de kesilen inekler yüz binlerle ifade edilmektedir. İşin garibi devlet, gerek alım gücü iyice düşen halka et satamadığı için gerekse kesilen yüz binlerce ineğin doğurduğu yüksek arz nedeniyle büyük bir kırmızı et stokuna sahip olmuştur. Şimdi de Et ve Süt Kurumu bu stokları nasıl eritebilirim, etleri hangi ülkelere ihraç edebilirim derdine düşmüştür. Bu durum karşısında söylenecek tek şey, “ güleriz ağlanacak halimize ” sözüdür. Önümüzdeki yazıda 2019 yılında Türkiye hayvancılığını bekleyen sorunları ve bu sorunlara ilişkin çözüm önerilerini açıklamaya çalışacağım. Bu vesileyle, 2019’un ithalatın olmadığı, sağmal ineklerin kesime gitmediği, sütün değer fiyatına satıldığı, yetiştiricilerin para kazandığı bir yıl olmasını dilerim.