Türkiye hayvancılığında son yıllarda insanın aklının alamayacağı türden çelişkiler yaşanmakta. 2010’da ithalatla başlayan ve günümüze kadar artarak devam eden sorunlar hayvancılığı bitirme noktasına getirdi. Damızlık ineklerin bile mezbahalarda et niyetine kesildiği biliniyor. Ancak bu sorunlar sığırcılıkta daha çok küçük ve orta ölçekli işletmeleri etkiledi. Beş yüz ve üzeri sağmal ineği bulunan büyük ölçekli işletmeler sürdürülebilirliklerini korudular. Küçükbaş hayvancılık son iki üç yıldır devletin destekleri ve süt sığırcılığındaki sorunlar nedeniyle belli bir gelişme gösterse de yine istikrarsız görünüyor. Hayvancılıktaki sorunların başında hiç kuşkusuz genç nüfusun köyleri terk etmesi, kalan yaşlıların ise giderek hayvancılığı bırakması geliyor. İkinci önemli bir sorun da fabrika yemi fiyatlarının serbest piyasada hızla artması buna karşın süt fiyatlarına hükumet tarafından uzun aralıklı ve küçük oranlı zamlar yapılması. Diğer bir sorun başta fabrika yemi olmak üzere girdi maliyetlerinin anormal derecede artması. Sığırcılığın ve koyunculuğun ortak derdi bakıcı bulunmaması. Türk gençleri sığır bakıcılığı ve çobanlık yapmak istemiyor. Hayvancılık Suriyeli ve Afganlı bakıcıların eline kaldı. Onlar da ya işi bilmiyorlar, ya da işe dört elle sarılmıyorlar. Bir de kafası kızan ya da biraz daha fazla ücret veren birisini bulanlar hemen hayvanları yüz üstü bırakıp kaçıyorlar. Bu sorunları daha da çoğaltmak mümkün. Son tahlilde hayvancılık can çekişiyor. Ancak bu karanlık tabloya karşın hayvancılıkta son zamanlarda çelişkili şeyler de yaşanıyor.

Bu çelişkilerin başında hiç kuşkusuz yem fabrikalarının durumu geliyor. 2020 yılında Türkiye’deki yem fabrikaları 11 milyar yani eski para ile 11 katrilyon TL ciro yapmış. Aynı yıl Türkiye’nin en çok ciro yapan 500 şirketi arasına 9 yem fabrikası girmiş. Şu anda Türkiye sayıları 550 ulaşan yem fabrikaları bakımından Dünyada birinci sırada. Türkiye Avrupa’nın toplamından daha fazla sayıda yem fabrikasına sahip. Yem fabrikaları 2020 yılında bir önceki yıla göre %15 büyümüş. Çelişki şurada, hayvancılık öldü bitti diyoruz, damızlıklar kasaba gitti diyoruz, pekiyi nasıl oluyor da yem fabrikaları bu kadar büyük cirolar yapabiliyor, her yıl gelişme gösterebiliyor? Kuşkusuz yem fabrikaları sadece sığıra, koyuna değil tavuk başta olmak üzere diğer hayvan türlerine de yem yapıyor ama entegre tavukçuluk işletmeleri kendi yemlerini kendileri yapıp sözleşmeli yetiştiricilerine dağıttıkları için genel olarak fabrikalar büyükbaş ve küçükbaş yemleri satıyor. Bir de büyük ölçekli sığırcılık işletmeleri yem fabrikasından yem almıyorlar, kendi karma yemlerini kendileri üretiyorlar. Şimdi bir an için düşünelim, hayvancılık başta saydığım devasa sorunları nedeniyle bitti durumuna gelmişse bu kadar fabrika yemini kimler alıyor? Kanatlı entegrasyonları ve büyük sığırcılık işletmeleri kendi yemlerini kendileri yaptıklarına göre demek ki fabrika yemini küçük ve orta ölçekli sığırcılık işletmeleri satın alıyor. Çünkü küçük ve orta ölçekli işletmeler kaba ve kesif yemlerini üretemiyorlar, dışarıdan temin ediyorlar. Doğal olarak bu durum onların ürün maliyetlerini arttırarak zarara uğramalarına ve batmalarına neden oluyor. Ortada yaman bir çelişki ve gariplik görülüyor.

Diğer bir çelişki ise hayvan sayıları ile ilgili. Bir yandan hayvancılık kötü durumda, damızlık inekler mezbahaya gidiyor diyoruz, bir yandan da gerek TÜİK’in gerekse Tarım ve Orman Bakanlığının istatistikleri hayvan sayılarının her yıl arttığını gösteriyor. TÜİK İstatistiklerine göre 2020 yılında 2019 yılına nazaran sığır sayısı 277.343 baş, koyun sayısı 4.850.731 baş, keçi sayısı da 780.416 baş artmış. Hayvan sayıları bakımından da ortada büyük bir çelişki var. Bu çelişkiyi türlere göre değerlendirelim. 2020 yılında yem fiyatlarının sürekli artmasına karşılık çiğ süt fiyatına hiç zam yapılmadı. Aynı yıl

pandemi ve döviz artışları nedeniyle ithalat da söz konusu olmadı. Sayısı bilinmemekle beraber çok sayıda işletmenin kapandığını ve damızlık ineğin mezbahaya gittiğini biliyoruz. Buna rağmen sığır sayısındaki görece az da olsa artış bir çelişki değil mi? Aynı yıllarda koyun sayısında ortaya çıkan 4.850.731 başlık artış ise inanılmaz bir rakam. Tematik TV Kanallarında yapılan programlarda koyun üreticileri sürekli olarak artan yem fiyatlarından, meraların yetersizliğinden, çoban bulamayışlarından, gençlerin koyunculuğu yapmak istemediğinden, köyde genç kalmadığından, on yıl önce beş sürü bulunan köyde bugün tek bir sürü kaldığından bahsediyorlar ama TÜİK koyun sayısının 2020 de 2019 a göre yaklaşık beş milyon arttığını söylüyor.

Serbest piyasa ekonomi sistemine göre üretilen mal ve hizmetlerin fiyatı Devlet tarafından değil arz talep dengesine ve rekabet koşullarına göre belirlenir. Oysa hayvancılık sektöründe bu sistem çok yanlış olarak işliyor. Devletin güdümündeki Gıda Komitesi ve Ulusal Süt Konseyi sütün fiyatına 2020 de olduğu gibi bir yıldan fazla süre hiç zam yapmazken yem fiyatları piyasa koşullarında neredeyse her hafta zam görüyor. Bu çelişkiyi anlamak da mümkün değil.

Devletin hayvancılığa verdiği destekler konusunda da büyük çelişkiler var. Bir kere destekler yetiştiricinin eline çok geç geçiyor. Buzağıya verilen bir desteği yetiştirici o buzağı inek olup kendi yavrusu olduğu zaman ancak alabiliyor. Ayrıca destekler daha çok düzenli kayıt tutan büyük ölçekli işletmelerin işine yarıyor. Primler konusunda da aynı çelişki söz konusu. Devletin soğutulmuş süte verdiği 30 kuruşluk destek büyük yetiştiricileri zengin ediyor. Bu durumu bir örnekle açıklamaya çalışayım. Bin baş sağmal ineğe sahip ve sürü ortalaması günde 30 litre süt olan bir işletme günde devletten 9.000 TL prim alıyor. Bu ayda 270.000 TL yapar. Çiğ süt ve buzağı satışından elde ettiği gelir işletme giderlerini karşılasa bile yetiştirici primden ayda 270.000 TL gibi önemli bir meblağ kazanıyor. Oysa küçük aile işletmeleri gerek yeterli kayıt tutamamaktan gerekse sütü soğutamamaktan dolayı primlerden gerekli ölçüde yararlanamıyor.

Baştan beri saydığım bu çelişkilerin düzeltilmesi durumunda hayvancılığın daha iyi yerlere geleceği konusundaki ümidimi korumak istiyorum.