TÜRKİYE’DEKİ HALK SAÐLIÐI OLGUSU ÜZERİNE KİMİ DEÐERLENDİRMELER

(Performans Dergisi,Şubat 2000,Saat:20)

Son günlerde İstanbul ‘un sokaklarında başıboş dolaşan yüz binlerce sahipsiz köpek ve bunların doğurduğu kuduz vakaları yazılı ve görüntülü basının da uyarıcı etkisi ile kamuoyunu hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıklar konusunda düşünmeye ve ivedi önlemler almaya yöneltti.Bu gelişme hiç kuşkusuz aynı zamanda çoktandır unutulan ya da ihmal edilen halk sağlığı olgusunun da yeniden gündeme gelmesine ve güncellik kazanmasına neden oldu.
Kuduz hastalığının son derece önemsenmesi gereken bir hayvan ve insan sağlığı sorunu olduğuna kuşku yoktur.Ne var ki,bu bağlamda altının önemle çizilmesi gerekli olan teselli edici husus kesin öldürücü bir hastalık olan kuduzun sadece hayvanın insanı ısırması ile bulaştığı ve gerek hayvanda gerek insanda çok etkili koruyucu aşısının bulunduğudur.Öyle olmasaydı,yılda binlerce ısırık olayının görüldüğü İstanbul’da sadece 3-5 değil yüzlerce insan kuduzdan ölürdü.
Benim bu yazıda kuduzdan da yola çıkarak asıl üzerinde önemle durmak istediğim konu kuduz gibi aleni ve ısırmakla değil de genelde hastalıklı hayvanın sütünün içilmesi suretiyle fark edilmeden sinsi olarak insanlara bulaşan ve son zamanlarda insanlarda da yaygınlaşan verem(tüberküloz) ve malta humması(bruselloz) gibi hastalıkların doğurduğu halk sağlığı sorunudur.İnsanların ve hayvanların müşterek hastalığı olan verem ve malta hummasının hayvanlardaki bulaşıklılık oranı elde sağlıklı istatistik veriler bulunmamakla birlikte %30-40 dolayında tahmin edilmektedir.Hayvanlarda bu denli yaygın olan her iki hastalık da hasta ineklerden sağılan ve yeterince kaynatılmadan içilen sütle ya da hastalıklı hayvanların çiğ sütleri ile yapılan örneğin peynir gibi ürünlerle ve de insanların hiç haberi olmadan bulaşmaktadır.Verem bilindiği gibi yıllar önce geniş çaplı mücadele sonucu insanlarda eradike edilen ,ne var ki son yıllarda yeniden hortlayan ,öldürmese de verim düşüklüğü oluşturan bir hastalıktır.Malta humması ise eklem ağrısı,ateş ve gebelerde düşük meydana getirmektedir.
Bu iki hastalığın bulaşma yolu dışındaki diğer bir ortak özelliği de insanlarda tedavilerinin uzun sürmesi ya da başka bir deyişle tedaviye karşı dirençli olmalarıdır.Bu nedenle her iki hastalığa yakalanan insanlar uzun süre hastanede kalıp yatak işgal ederler ve pahalı çok sayıda ilaç kullanırlar.Tüm bu olgular sonucu gerek devlet kuruluşları gerekse sosyal güvenlik kuruluşları hastane ve ilaç masrafı olarak trilyonlarca lira harcamakta,hasta kamu görevlilerinin uğradığı iş gücü kaybı ise büyük maddi zararlar doğurmaktadır.
Oysa her iki hastalığın da hayvanlarda kimi koruyucu kimi önleyici olmak üzere önlemleri mevcuttur.Hastalıkların teşhisi tüberkülin testi ve immunolojik yöntemlerle kolaylıkla yapılabilmektedir.Tüberküloz tazminatlı bir hastalık olup hasta hayvanlar saptandığında bedelleri ödenip kesilebilmekte,etleri ise eğer yaygınlaşmamışsa şartlı olarak tüketime sunulabilmektedir.Eğer bu hastalıklara yakalanmış insanlar için yataklı tedavi kurumlarına ve ilaca harcanan paranın onda biri hayvanlarda bu hastalığın önlenmesi için yürütülecek projelere ayrılsa hem hayvanlarda hastalıkların önü alınmış hem de insanlara tedavi amacıyla büyük meblağlara varan paralar harcanmamış olur.
Her şeyden önce devlet halk sağlığının korunmasını ulusal ölçekli bir politika haline getirerek çok pahalı olan tedavi hekimliğine değil hastalıkları kökünden önleyici koruyucu hekimliğe yönlenmelidir.Bu bağlamda koruyucu hekimliğe bütçeden pay ayrılmalı ve bilimsel ölçütlere göre hazırlanacak mücadele programları tez elden hayata geçirilmelidir.Böylesi bir programın başarıyla uygulanması her şeyden önce etin ve verimli çalışan bir kamu ya da özel veteriner örgütünün varlığına bağlıdır.Hazırlanacak proje Doğu ve Güney Doğu illerinde devlet eliyle,öteki bölgelerde de veteriner hekimlerce yönetilen hizmet şirketlerince yürütülmelidir.
Türkiye’de üretilen çiğ sütün sadece %15’i süt fabrikalarında işlenip tüketime sunulabilmekte ,yaklaşık %85’i her hangi bir teknolojiden geçirilmeden kullanılmaktadır.Süt fabrikalarında işlenen ve steril koşullarda tüketime sunulan süt miktarının mutlaka artırılması gerekir.Bu bağlamda sokak sütçülüğünün de gözden geçirilmesinde yarar vardır.Yıllar önce Bursa’da yapmış olduğumuz bir araştırmada sokak sütçüleri tarafından tüketime sunulan sütlerin soğuk zincirde bulundurulmadıkları için çok sayıda hastalık yapıcı mikrobu o arada da verem ve malta humması etkenlerini taşıdığını saptamıştık.Ayrıca sütlerde insan sağlığı için son derece tehlikeli olan koruyucu maddelerin yani bozulmaması için süte katılan zararlı maddelerin bulunduğunu tespit etmiştik.
Diğer önemli bir konu da,hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıkların önlenmesinde etkili rol oynayan modern mezbahalar sorunudur.Özellikle Et ve Balık Kurumunun özelleştirilip kuşa çevrilmesi sonucu yıllardır besicilerin hayvanlarını değerlendirmek ve halka sağlıklı et sunmak konusunda yadsınamaz işlevleri bulunan kombinaların ya sayısı azaltılmış ya da etkinlikleri yok edilmiştir.
Son tahlilde söylenecek tek söz devletin ve belediyelerin Anayasada ifadesini bulan halk sağlığının korunması ve sağlıklı beslenmesinin sağlanması gibi konularda daha duyarlı olmalarının gerektiğidir.