Türkiye’de hayvancılığın ve veteriner hekimliğin geçmişte pek çok sorunu olmuştur. Ancak, günümüzde bu sorunlar en üst düzeye çıkmış ve neden sonuç ilişkisi içerisinde biri birini olumsuz olarak etkilemeye başlamıştır. Bunun en somut örneği hayvancılıktaki giderek derinleşen krizin serbest veteriner hekimlerin durumunu da güçleştirmesidir.

Günümüzde hayvancılığın en önemli sorunu maliyeti oluşturan unsurların fiyatlarının sürekli artmasına rağmen nihai ürün fiyatlarının ya aynı kalması ya da çok az miktarda yükselmesidir. Maliyet unsurları içerisinde en büyük paya sahip olan fabrika yemi fiyatları son bir yılda neredeyse iki katına çıkmış, buna karşılık çiğ süt ve karkas et fiyatları aynı oranda artmamıştır. Buna, devletin haksız rekabet doğuran canlı hayvan ve et ithalatı da eklenince hayvan yetiştiricileri büyük bir krizin içine girmiş, banka kredi borçlarını ödeyemedikleri için ya icralık olmuşlar ya da damızlık hayvanlarını satmak zorunda kalmışlardır. Özetle hayvan yetiştiricileri şu anda can çekişir durumdadır. Dolayısıyla onları ayağa kaldıracak bir can suyuna ihtiyaç vardır. O can suyu da devlet desteklerinden başka bir şey değildir.

Devlet çıkardığı kanunla her yıl gayri safi milli hasılasının %1’ni tarım ve hayvancılık yapan çiftçileri desteklemeye ayıracağını vadetmiştir. Oysa bu meblağın yarısını bile çiftçilere vermemektedir. Hükumet 2019 yılı destek tebliğini daha yeni yayınlamıştır. Bu tebliğe göre hayvancılığa verilecek destekler geçen yılın hemen hemen aynısı kalırken, süt primi 25 kuruştan 10 kuruşa düşürülmüştür. Bu durum zaten can çekişmekte olan hayvan yetiştiricisini iyice mezara gömmek demektir. Geçen yılın hayvancılık desteklerinin yaklaşık yarısı hala yetiştiriciye ödenmemiştir. Devlet destekleri artan maliyet fiyatları dikkate alınarak mutlaka güncellenmeli, süt prim desteği eskiden olduğu gibi tekrar 25 kuruşa çıkarılmalıdır.

Son günlerin güncel bir konusu da çoban ithalidir. Kırmızı lop et, sığır karkası, damızlık düve, besilik dana, kasaplık sığır, mısır, soya, samandan sonra sıra çobana da gelmiştir. Türkiye’de insanların çobanlık yapmak istememeleri tezi doğrudur. Ancak bu sorunun çözüm yolu çoban ithalatı değildir. Bu sorun çobanların sigortalanması ve devletçe verilen çoban desteğinin artırılması ile çözülebilir.

Tarım ve Orman Bakanlığı aldığı yeni bir kararla damızlık ineklerin suni olarak tohumlanması ya da boğa ile çiftleştirilmesinde yaş ve ırk koşulunu kaldırmıştır. Et üretimini artırmak amacını güden bu karara göre isteyen yetiştirici her ırktan ve her yaştan ineğini istediği ırk boğa ile çiftleştirebilecek ya da istediği ırktan boğa sperması ile tohumlatabilecektir. Alınan bu karar iki bakımdan yanlıştır. Birincisi bu kararla yıllardır genetik olarak iyileştirilmiş ve verimleri artırılmış ırklar, örneğin holştayn ırkı dejenere olacak yani soysuzlaşacaktır. İkincisi ise boğa kullanımı serbest bırakıldığı için tabii tohumlama yoluyla bulaşan üreme hastalıkları yaygınlaşacaktır. Onun yerine, Türkiye’de giderek artan yıllık süt üretimi de düşünülerek örneğin bir holştayn sürüsünün tümü değil de üçte birinin başka ırktan spermalarla tohumlanması koşulu getirilebilir. Üremede boğa kullanımı mümkün olan en alt düzeye indirilmelidir.

Yazımın başında hayvancılıktaki krizin serbest veteriner hekimlerini de çok olumsuz olarak etkilediğini belirtmiştim. Nitekim sahadaki gözlemler serbest veteriner hekimlerinin yaptıkları suni tohumlama sayılarının ve hasta ziyaretlerinin önemli ölçüde düştüğünü göstermektedir. Ayrıca, serbest veteriner hekimlerinin yetiştiriciden aldıkları muayene ve tedavi ücretlerindeki veresiye oranı da bir hayli artmış ve tahminen bir milyar lirayı bulmuştur. Bir bakıma pasta küçülmekte, mezun sayısı her geçen yıl arttığı için pastayı yiyenler çoğalmaktadır. Bir de meslek okulu ya da açık öğretim çıkışlı veteriner tekniker denilen meslek mensupları sektöre girince sorunun boyutları büsbütün artmıştır. Bu sorun hayvancılıktaki sorunlar düzelmeden ve karlılık artmadan çözümlenemez.

Veteriner hekimliğimizde son günlerin en önemli gündem maddesini Yüksek Öğretim Kurumu’nun ön lisans ve lisans öğretimini yeniden düzenlemek amacıyla ilgililerden görüş istemesi oluşturdu. Ancak YÖK’ün taslağında veteriner hekimliği önceden yer aldığı sağlık sınıfından çıkarılıp tarım, ormancılık ve su ürünleri ile aynı sınıfa sokulmuştur. Bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Veteriner hekimliği (veterinerlik değil!) tüm yönleriyle bir tıp mesleğidir. İnsanlardaki enfeksiyonların %62 si hayvansal kökenlidir. Yeni ortaya çıkan hastalıklarda bu oran %75 i bulmaktadır. Sağlık Bakanlığının ihbarı mecburi hastalıklar listesindeki 50 hastalıktan 26 sı  zoonotik yani hayvanlardan insanlara geçen hastalıklardır. Dünya Sağlık Teşkilatı hayvanlardan insanlara bulaşan hastalıkların sayısını 200 olarak belirlemiştir. Dünya’daki ölümlerin %15.8’i zoonotik hastalıklardan meydana gelmektedir. Biyoterörizm amacıyla kullanılan ajanların %80 i hayvanlarda hastalık yapan mikroplardır. İnsanlarda görülen gıda kaynaklı hastalıkların %90′ ı hayvanlardan bulaşmaktadır. Bütün bu açıklamalar da göstermektedir ki veteriner hekimliği bizatihi bir tıp mesleğidir. Dünya’da zoonotik hastalıkların kaynağında yok edilmesi amacıyla Tek Tıp-Tek Sağlık konsepti kabul edilmiştir. Onun için, YÖK’ün biran önce yaptığı yanlıştan geri dönüp veteriner hekimliği öğretimini sağlık sınıfı içine alması gerekli hatta zorunludur.

Türk veteriner hekimliğine karşı başka meslek gruplarının saldırıları da tüm hızıyla devam etmektedir. Ziraatçıların denetimindeki Zootekni Federasyonu son yaptığı Çalıştay’ın sonuç bildirgesinde veteriner hekimliği; hayvansal üretim, gıda güvenliği, hayvan besleme ve beslenme hastalıkları, çiftlik yönetimi gibi temel konularından uzaklaştırıp sadece hayvan sağlığı ile ilgili dar bir alana hapsetmek istemektedir. Su ürünleri mühendisleri ise balıkların ve öteki sucul hayvanların sağlık yönünden kontrolünü kendi yetkileri içine almak amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir saldırı girişiminde bulunmuş ancak sonuç alamamışlardır. Ziraat mühendisleri ve su ürünleri mühendisleri kendi mesleklerindeki daralmayı veteriner hekimliği konularına el atmakla durdurabileceklerini sanmaktadır. Bu tür saldırıların önümüzdeki günlerde daha da arması beklenebilir. Onun için mesleki örgütlerimizin yasalarla belirlenmiş haklarımıza yapılan bu tür saldırılar karşısında uyanık olmaları ve daha başlangıçta önlem almaları arzu edilir.

Her zaman yinelediğim gibi, kökleri insanlık tarihi kadar eski, geçmişi şan ve şereflerle dolu kutsal mesleğimiz önceden olduğu gibi bugün de yaşadığı krizleri ve yapılan saldırıları şanlı tarihinden aldığı güçle yenebilecek bir kabiliyete sahiptir.