Bugüne kadar hayvancılık ve veteriner hekimlik konularında 500’ü aşkın yazı yazdım. Bu yazılarda genellikle sorunları ortaya koyup ürettiğim çözüm önerilerini herhangi bir iddia taşımadan okurlara aktarmaya çalıştım. Bugün farklı bir biçimde yazacağım yazıda mesleki öz eleştiride bulunacağım. Tam elli beş yıldır veteriner hekimliği mesleğinin içinde olduğum ve bu sürenin yaklaşık yirmi yılını da mesleki örgütlerde ve fakültelerde yöneticilikle geçirdiğim için kendi öz eleştirimi de yapmak istiyorum.

Daha önceleri baytar olan mesleki unvanımız 1937 yılında çıkarılan kanunla veteriner hekim olarak tescillenmiştir. Ne yazıktır ki, yaklaşık seksen yıldır hala unvanımızı tartışıyoruz. Köylü baytar diyor üzülüyoruz, kimi meslektaşlar veterinerim diyor eleştiriyoruz, pet sahipleri doktor diyor seviniyoruz. Veteriner hekimiyim diyen meslektaşlar var. Veteriner deyiminin latince veterinus’dan mı yoksa veterinarius’dan mı köken aldığını hala tartışıyoruz. Biz kendimize hekim diyoruz, insan sağlıkçıları ise bunu kabul etmiyor. Oysa veteriner hekimlik mesleği benim de bizzat etkin olarak içinde bulunduğum son elli beş yılda bugün olduğu kadar devasa sorunlarla karşılaşmadı. Biz ise bu sorunları bir yana bırakıp hala mesleki unvanımızı tartışıyoruz. Ben bugünkü durumumuzu Fatih’in İstanbul’u fethettiği sırada Bizanslı papazların Ayasofya’da hala meleklerin cinsiyetini tartışmalarına benzetiyorum.

Kamuda çalışan veteriner hekimlere çok uzun yıllardan beri diğer sağlık çalışanları ile birlikte yıpranma payı adı altında yılda iki ay kıdem veriliyordu. Böylece veteriner hekimler diğer kamu çalışanlarına göre daha erken emekli olabiliyorlardı. Bir ara veteriner hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının bu hakkı ellerinden alındı. O zaman hiçbirimizin sesi çıkmadı. Daha sonra bu hak diğer sağlık çalışanlarına verildiği halde veteriner hekimlere verilmedi. Şimdi tekrar bize de verilsin diye mücadele ediyoruz. Ancak, yaygın deyimi ile “ Atı alan, Üsküdar’ı çoktan geçti “.

Kamu veteriner hekimleri 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre sağlık sınıfı içerisinde yer almaktadır. Ancak, devlet diğer sağlık çalışanlarına tanıdığı özlük hakları kamu veteriner hekimlerine çok görmektedir. Biz ise yasal haklarımızı almak için sağlık sınıfında olduğumuzu ispat etmeye çalışıyoruz. Yasal olarak içinde olduğumuz bir gruba girmeye çalışmak da ne yazık ki insana biraz tuhaf geliyor.

1936 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan Uluslararası Cenevre Sözleşmesi halen yürürlüktedir. Bu sözleşme Türkiye’de kamu veteriner otoritesinin bağımsız olmasını ve Türkiye’den ihraç edilecek hayvansal gıda maddelerinin mutlaka veteriner hekim denetiminden geçmesini mecbur kılmaktadır. Ancak günümüzde bu sözleşmenin ihracat ile ilgili müeyyideleri şartsız olarak uygulanmaktadır. Batılı ülkeler veteriner hekimin denetiminden geçmemiş ve ihraç raporunun altında veteriner hekim imzası bulunmayan hiçbir hayvansal ürünü sınırlarından içeriye sokmamaktadır. Sözleşmenin kamu veteriner otoritesi ile ilgili hükmü ise maalesef 1985 yılından beri uygulanmamaktadır. Çünkü günümüzde Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde veteriner hekimlerin yönetiminde bağımsız bir kamu veteriner otoritesi bulunmamaktadır. Oysa bizler, anayasanın da üzerinde olan uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yasal hakkımızı almak için yıllardır uğraş vermekteyiz. Bu gerçekten de hepimizi düşündürmesi gereken çelişkili bir durumdur.

Her birimiz işimize geldiğinde biz hekimiz diyoruz. Evet, gerçekten de biz yasal olarak veteriner hekimiz. Ancak, maalesef kamu kesiminde hekimlik yapamıyoruz. Kamu veteriner hekimleri yıllardır muayene, tedavi, operasyon, nekropsi gibi temel veteriner hekimlik hizmetlerinin hiçbirini yerine getirememektedir. Onun yerine bir bilgisayar işletmeninin yapacağı türden Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS) ve TÜRKVET’e kulak küpesi numarası girmek, ölen ya da kesilen hayvanları kayıttan düşmek, hayvan yetiştiricilerinin alacakları destekleri hesaplamak ya da bir sağlık teknisyeninin uygulayacağı türden koruyucu aşılama yapmak, kulak küpesi takmak gibi hekimlik dışı işlerle uğraşmaktadırlar. Beş yıl gibi uzun ve yorucu bir eğitimden geçmiş veteriner hekimlerin bu tür hekimlik dışı işlerle uğraşması gerçekten de kutsal mesleğimiz adına kabul edilemeyecek, içler acısı bir durumdur. Hem bu işleri yapmanın, hem de biz hekimiz demenin izah edilecek bir yanı yoktur.

Bir yandan hekimiz diyoruz bir yandan da ilaç satıyoruz. Tam araştırmadım ama dünyada hiçbir hekimin ilaç sattığını düşünmüyorum. Hele sıklıkla duyduğumuz spot ilaç piyasasında dönen dolaplar ve meslek dışı insanlara ilaç sattırmak gibi etik olmayan davranışların kutsal mesleğimize yakışmadığını belirtmek isterim. Bir yandan hayvanı görmeden, yetiştiricinin beyanı üzerine reçete yazıp ilaç satıyoruz, hem de eğer ilaç ampulse kabadan yaparsın diyoruz, bir yandan da yetiştiriciler bize gelmiyor, hayvanlarını kendileri tedavi ediyor diye yakınıyoruz. Bu durum veteriner hekimler arasındaki deontolojik ilişkileri de onarılmaz bir biçimde bozmaktadır.

Meslek örgütleri çalışmıyor, bize ve sorunlarımıza sahip çıkmıyor diye sürekli yakınıyoruz, ama genel kurullara katılmıyoruz, çözüm önerileri sunmuyoruz, yıllık aidatlarımızı ödemiyoruz, onların saptadığı asgari ücretlere uymuyoruz.

İzmir’deki birkaç duyarlı meslektaşın çabaları ile dünyanın kabul ettiği Tek Tıp olgusu Türkiye’de de belli bir noktaya geldi. Ancak tıp doktorları bizi insan sağlıkçısı olarak kabul etmedikleri için bu Tek Tıp konusunda paydaş olmayı ısrarla reddediyorlar. Onları bir yana bırakın, kendi fakültelerimiz bir iki istisna dışında tek tıp konusunu da içerecek veteriner halk sağlığı bilim dalları kurma konusunda anlaşılmaz bir direnç gösteriyorlar. Tıp doktorları bizi kabul etmiyor, kendi içlerine almak istemiyorlar ama bizler onları zorla ortak çalışmaya yöneltmek için çabalayıp duruyoruz.

Veteriner fakültesi sayımız son yıllarda olağanüstü arttı. Sayısal olarak dünya liderliğine oynuyoruz. Her yıl çoğu iyi yetişmemiş binlerce veteriner hekim sahaya çıkıyor. Yeni fakülteler açılmasını sürekli eleştiriyoruz ama kurulan bu fakültelerde yöneticilik ve öğretim elemanlığı yapanların yine kendimiz olduğunu her nedense unutuyoruz. Bu fakülteler eğer bizler koşup gitmesek hangi eleman ile öğrenci yetiştirecekler.  Yeni açılan fakültelere karşı çıkıyoruz, niteliksiz veteriner hekim yetiştirdiklerini söylüyoruz, ancak kutsal mesleğimizi kanser hücreleri gibi saran 53 üniversiteye bağlı bir kısmı da uzaktan eğitimle veteriner teknisyen yetiştiren 88 programa ve bu programlarda öğretim gören 9000 i aşkın öğrenciye hiç sesimiz çıkmıyor.

Sonuç olarak hepimiz mesleğimizi seviyoruz ve sayesinde geçimimizi sağlıyoruz. Olumsuz gelişmelere hepimiz üzülüyoruz. Ancak ben de dahil sorunlara erkenden müdahale etmeyip ancak başımıza dert açınca sahip çıkıyoruz, o zaman da iş işten geçmiş oluyor. Onun için tüm mesleki örgütlerimizin ve fakültelerimizin katılımıyla mesleğimize dair kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirleyip bu hedefler doğrultusunda canla başla çaba göstermemiz gerekir. Yoksa iş işten geçtikten sonra alınacak günü birlik önlemlerle bir sonuca varamayacağımızı iyi bilmemiz şarttır.