Cumhuriyetten önce, Osmanlı İmparatorluğu
döneminde her ne kadar çeşitli isimler altında ve çeşitli bakanlıklara
bağlı bir kamu veteriner hekimliği ve hayvancılık örgütlenmesi mevcut
olsa da her iki alanda da önemli sayılabilecek bir faaliyete
rastlanmamıştır. Cumhuriyet Dönemini kökten etkileyecek büyüklükteki
ilk faaliyet olarak 17 Şubat 1923 günü İzmir’de toplanan Birinci
İktisat Kongresi’ni sayabiliriz. Bu Kongrenin açış konuşmasını yapan
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “ Yeni Türkiye’mizi layık olduğu düzeye
eriştirebilmemiz için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek
zorundayız. Ekonomi, ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma
demektir, yani her şey demektir “ diyerek ziraatin yani tarım ve
hayvancılığın ne kadar önemli olduğunu çok anlamlı bir biçimde
vurgulamıştır. Bu Kongrenin önemli bir sonucu da ham maddesi yurt
içinde olan sanayi dallarının kurulması, yani öz kaynaklara dayalı
kalkınma hamlesinin başlatılmasıdır. O dönemde yeni savaştan çıkmış
olan Türkiye’de hayvansal kökenli ham madde olarak bol miktarda koyun
yünü mevcuttu ve buna dayalı olarak da yünlü dokuma sanayi kurulması
ön plana çıkmıştı. Bu amaçla yurdun çeşitli yerlerinde yünlü dokuma
fabrikaları kurulmaya başlandı. Ancak Türkiye’de mevcut olan yerli ırk
koyunların yünleri kaba olduğu için yünlü dokumaya elverişli değildi.
O nedenle Almanya’dan ince yapağılı Merinos koçları ithal edildi. Bu
arada, 1926 yılında Dünya’da Rusya’dan sonra ikinci ülke olarak
Türkiye’de suni tohumlama uygulaması başlatıldı. İşte Almanya’dan
ithal edilen Merinos koçları ile yerli Kıvırcık koyunları tabii ve
sun’i tohumlama yöntemleri ile birleştirilerek 5-6 yıl içerisinde yünü
ince olan melez bir Karacabey Merinosu Koyun Irkı elde edildi.
Sayıları ve verimleri artan Karacabey Merinosu Koyunlarının
yünlerinin devreye girmesi ile Türkiye’deki yünlü dokuma sanayi büyük
bir gelişme kaydetti.
Bu arada çok sınırlı olan bütçe olanaklarına
rağmen Türkiye’nin her yerinde Haralar, İnekhaneler, Koç ve Boğa
Depoları kuruldu. Sıra süt ve et üretimi bakımından sığırcılıktaki
ıslah çalışmalarına gelmişti. O dönemde Türkiye’de Yerli Kara ve Boz
Irk başta olmak üzere verim gücü düşük yerli ırklar bulunmakta idi.
Cumhuriyet Yönetimi bu ırkların ıslahı ve verimlerinin artırlması
amacıyla Almanya, İsviçre ve Avusturya’dan Montofon Irkı boğalar ithal
etti. Bu boğalar özellikle Bursa’daki Karacabey Harasına getirilerek
burada hem Türkiye koşullarına adaptasyonu sağlandı, hem de sun’i
tohumlama yöntemi ile boz ırk ineklerle birleştiridi. Bu çalışmalar
sonucunda kısa sürede Türkiye koşullarına uygun, hastalıklara karşı
dayanıklı, et ve süt verimi yüksek Karacabey Esmeri isimli bir melez
sığır ırkı meydana getirildi. Bu sayede elde edilen ırkın boğaları hem
Karacabey Harasından hem de gönderidikleri boğa depolarından halka ve
köylere dağıtılarak yerli Boz Irk ineklerin ıslah edilmesi sağlandı.
Bir yandan da sun’i tohumlama yöntemi kullanılarak kısa sürede Bursa
ve Balıkesir Bölgesinde yüz binlerce inek ıslah edildi ve verimleri
artırıldı. Böylece Türkiye’de gerek koyun gerekse sığır eti ve sütü
üretiminde büyük artışlar yaşandı.
Bir yandan da hayvancılığın yasal bir zemine
oturtulması gerekiyordu. Bu amaçla Meclisten Hayvan Islahı ve Hayvan
Sağlık Zabıtası Kanunları başta olmak üzere çok çeşitli yasalar
çıkarıldı. Bu yasalar Türkiye’deki hayvan ıslahı çalışmalarına büyük
bir ivme kazandırdı. Asıl önemli gelişme Türkiye’nin Uluslararası
Cenevre Sözleşmesini imzalaması ile yaşandı. Gerçi o zamana kadar
koyun ve sığır ıslahı alanında önemli başarılar elde edilmişti ama
ülkede başta sığır vebası ve şap olmak üzere hayvan hastalıkları çok
yaygın olarak seyrediyordu. Bunun sonucu olarak da hasta hayvanlardan
elde edilen gıdalar insanlar tarafından tüketiliyor ve insanlar
arasında hayvanlardan bulaşan hastalıklar artıyordu. Bu durum aynı
şekilde Birinci Dünya Savaşından yeni çıkmış Avrupa ülkelerinde de
yaşanmaktaydı. Bunun üzerine Birleşmiş Milletlerin koordinasyonunda,
Cenevre’de hayvan hastalıklarının önlenmesi ve gıda güvenliğinin
sağlanması amacıyla Türkiye dahil 14 Avrupa ülkesinin katılımı ile bir
toplantı düzenlendi. Bu toplantı sonunda tarihe Cenevre Sözleşmesi
olarak geçen bir bildiri hazırlandı. Türkiye bu sözleşmeyi 1 Temmuz
1936 tarihinde imzaladı. Sözleşme 25 Haziran 1937 tarihinde Türkiye
Büyük millet Meclisinde kabul edilerek resmen yürürlüğe girdi. Cenevre
Sözleşmesi Türkiye’nin imzaladığı ilk Uluslararası Sözleşme olması
nedeniyle de büyük bir tarihi değere sahiptir. Sıra Türkiye’deki kamu
hayvan sağlığı örgütünün yeniden yapılandırılmasına gelmişti. Bu
amaçla aynı yıl, yani 1937’de 3203 sayılı Tarım Bakanlığı’nın görev ve
yetkilerini belirleyen bir kanun yürürlüğe girdi. Bu kanuna göre tarım
ile ilgili diğer genel müdürlükler yanında Veteriner İşleri Genel
Müdürlüğü de kuruldu. Böylece hayvan sağlığı, gıda güvenliği ve hayvan
yetiştiriciliği hizmetleri tek bir çatı altında toplanmış oldu.
Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü tam 47 yıl başarılı çalışmalar
yaparak Türkiye’de hayvan hastalıklarının kontrol altına alınması ve
gıda güvenliğinin sağlanması konusunda çok önemli mesafeler katetti.
Ancak,1984 yılında Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü yürürlükte olan
Cenevre Sözleşmesine rağmen ortadan kaldırıldı. Yerine kurulan
kurumlar ise yıllar içinde birçok değişikliğe uğrayarak bugünlere
kadar gelindi.