Son günlerde gruplarımızda tartışılan kimi konular ile ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

         Bu konulardan birincisi sadece bugün değil benim mesleğin içinde bulunduğum son kırk yıldır tartışılan ama bir türlü çözümlenemeyen Veteriner Sağlık Teknisyenliği/Teknikerliği konusu. Kim ne derse desin eski adı ile Hayvan Sağlık Memurluğu yeni adı ile Veteriner Sağlık Teknisyenliği Mesleği bizatihi Veteriner Hekimliği Mesleğinin yanında hatta bana göre içinde bir meslektir. Şimdi kimilerimizin “iyi de bu iki meslek mensuplarının kırk yıldır çatıştığını da mı bilmiyorsun?” dediğini duyar gibiyim. Pekiyi de, kırk yıldır kamu Veteriner Hekimlerinin kendi aralarında, otuz yıldır da kamu Veteriner Hekimleri ile Serbest Veteriner Hekimlerin biri birleri ile çatıştığını da çok iyi biliyorum. Hatta buna Serbest Veteriner Hekimlerin kendi aralarındaki çatışmaları da ilave edebiliriz. Arkadaşlar , çatışmanın nedeni bana göre meslek taassubu değil tümüyle rant kavgasıdır. Eğer neden meslek taassubu olsaydı Veteriner Hekimlerin kendi aralarında hiç bir zaman çatışmamaları gerekirdi. Çatışmanın bir diğer nedeni de şu meşhur ” Veteriner Sağlık Teknisyenleri Veteriner Hekimlerin nezaretinde görev yaparlar” mealli demode olmuş yasa maddesidir. Pekiyi bu madde şimdiye kadar hiç uygulandı mı? Benim tanıklık ettiğim kırk yılda hiç uygulanmadı. Fakat her nedense Teknisyen arkadaşlar bunu bir gurur meselesi daha doğrusu aşağılayıcı  bir söylem olarak değerlendirmeyi sürdürmektedirler. Oysa, örneğin sun’i tohumlamanın Türkiye’deki halk hayvanlarında ilk kez uygulandığı 1948 yılından Serbest Veteriner Hekimlere özel sun’i tohumlama yetkisinin verildiği 1985 yılına kadar yani 37 yıl aralıksız olarak koyun ve sığır sun’i tohumlaması geçmişteki Hayvan Sağlık Memurları, şimdinin Veteriner Sağlık Teknisyenleri tarafından uygulanmıştır. Bu bağlamda Veteriner Sağlık Teknisyenlerinin Türkiye’deki hayvan ıslahına olan katkıları çok büyüktür. Şimdi çoğu Açık Öğretim Fakültesinden öğrencim olan Teknikerlere soruyorum. O dönemde tam bağımsız olarak sun’ tohumlama yaparken her hangi bir Veteriner Hekimin nezareti altına girdiniz mi? Sığır vebası mücadelesi nedeniyle 1970 yılında 15 gün süreyle görev yaptığım Sivas’ın Gemerek İlçesine Veteriner Müdürümüz Mustafa Kır Veteriner Hekim tayin etmiyordu. Çünkü Gemerek’ te görevli Hayvan Sağlık Memuru sevgili Hasan Durmaz görevini layıkıyla yerine getiriyordu da ondan. Gemerek’te görev alan ilk Veteriner Hekim ben olmuşum.Yine teşkilatta çalışırken Hayvan Sağlık Memuru arkadaşlarla köye gider, birimiz köyün bir ucundan, diğerimiz öteki ucunda başlar ve akşama kadar hayvan aşılardık. Kimse de biri birini denetlemez idi. Hatta benim genç ve deneyimsiz bir Veteriner Hekim olarak Hayvan Sağlık Memurlarından öğrendiğim çok şeyler olmuştur. Şimdi şu meşhur nezaret lafını edenlere benim yanıtım şöyle oluyor. “Yahu kardeşim, sizin meslektaşınız benim de yakın arkadaşım olan Güneş Ecza Depoları sahibi Veteriner Sağlık Teknisyeni Mustafa Güneş’in emrinde, bizzat onun verdiği aylıkla çoluk çocuğunu geçindiren onlarca Veteriner Hekim çalışıyor. Pekiyi, buna ne demeli? Şimdi kim kimi denetlemiş oluyor?” Başta da söylediğim gibi bu sorunun kaynağında rant kavgası yatar ve bu da tümüyle yasal ve yönetimsel boşluklardan doğmaktadır. Kanımca yapılacak en doğru iş, artık demode olduğu herkesçe kabul edilen bizim 6343 sayılı yasamızın ve Veteriner Sağlık Teknisyenlerinin görev yetkilerini belirleyen yönetmeliğin top yekun ele alınarak, her iki mesleğin de haklarını gözetecek çağcıl bir düzenlemenin ivedilikle yapılmasıdır.
          Gruplarımızda sıklıkla tartışılan ikinci önemli konu da hayvancılığın günümüzdeki acıklı durumu. Pekiyi bunu kimler tartışıyor,biz Veteriner Hekimler. Neden, çünkü Türkiye’de hayvancılık gerilerse Veteriner Hekimliği de geriler de ondan. Pekiyi, bu konuyu tartışan hiç bir yetiştirici örgütü tanıyor musunuz? Ben hiç tanımıyorum. Pekiyi, hani nerede Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve ona bağlı odalar, hani nerede Türkiye Damızlık Yetiştiricileri Birliği ve ona bağlı alt birlikler, hani nerede Türkiye Süt Üreticileri Birliği ve ona bağlı alt birlikler? Hiç biri ortada yok. Eskiden bizlere de mailleri gelen bir Çiğ Süt Üreticileri Platformu vardı,şimdi onun da her nedense sesi çıkmıyor. Bizim mesleki örgütlerimiz sağ olsunlar zaten bu işlerle uğraşmıyorlar. Kızsalar da söyleyeceğim bir tek Ziraatçılar Derneği Başkanı sevgili arkadaşım İbrahim Yetkin’in sesi çıkıyor. Bir zamanlar yine aynı gerekçe ile Damızlık Yetiştiricileri Birliğini eleştirince kendisi de öğrencim olan Genel Sekreterinden bir dayak yemediğim kalmıştı. Bana göre sessizliğin nedeni şu. İnekler ve düveler yakında doğum yapacak, çoğu zaten kuruya alındı, piyasaya sunulan çiğ süt arzı azaldı, bu nedenle çiğ sütün litre fiyatı 80-100 kuruşa çıktı, maşallah herkesin keyfi yerinde. Pekiyi 2-3 ay sonra ne olacak dersiniz?.Tabii ki, İnekler doğuracak, çiğ süt üretimi pik yapacak, kutu sütü karteli 3-4 firma çiğ süt fiyatını yeniden aşağıya çekecek ve yaygara tekrar başlayacak. Pekiyi,bu hep böyle mi olmalı? Bence hayır. En önce, Türkiye’deki tüm süt üreticileri demokratik, tam bağımsız bir kooperatif çatısı altında toplanmalı ve bu çatı örgüt Türkiye’nin her yanına tıpkı kılcal damarlar gibi yayılmalıdır. Böylece tek bir ses, tek bir yürek olacak süt üreticileri sadece çiğ süt fiyatlarının düştüğü dönemlerde değil tüm zamanlarda siyasi iktidarlar nezdinde baskı unsuru oluşturabilir ve haklarını alabilir. Almanya’da bulunduğum 1974 yılında bir süre çalıştığım Bavyera Hayvan Yetiştiricileri Kooperatifinin Başkanı hem Eyalet Parlamentosunda senatör hem de Eyaletin Tarım Bakanı idi. Bir de iyi niyetlerle oluşturulduğuna inandığım Ulusal Süt Konseyi Amerika’ da ki Board lar örneğinde olduğu gibi çiğ sütün üretiminden tüketimine kadar ki her aşamasında söz sahibi olacak ve çiğ süt fiyatları ile girdi maliyetlerini de saptayacak bir konuma getirilmelidir.
         Son zamanlarda gruplarımızda tartışılan konulardan birisi de değiştirilen Klinik Yönetmeliğine konulan Serbest Veteriner Hekimlerin sertifikalı meslek içi eğitimleri ile ilgili madde. Her ne kadar çoğu meslektaşlarımız karşı çıksalar da kimi Odalarımız bu işi sıkı tutup daha baştan eğitime başladılar bile. Sertifikalı eğitime karşı çıkan meslektaşlarımızın ana gerekçesi zaten Fakültelerde beş yıl boyunca okutulan derslerin yeniden eğitim konusu yapılıp zorunlu hale getirilmesi. Tamam, bu gerekçeyi ileri süren arkadaşlar haklı konuşuyorlar da bana göre bir gerçeği göz ardı ediyorlar. O da Dünya’da ki veteriner tıbbının diğer bilimlerin de gelişmesinden etkilenerek çok hızlı gelişmesi. Bu konu açılmışken her zaman meslektaşlarıma verdiğim bir örneği yinelemek istiyorum. Rahmetli Afif Hoca  bize FSH ve LH nın Hipofiz Ön Lobundan salgıladıklarını öğretmişti. Yıllar sonra öğrendik ki FSH ve LH  Gn-RH nın Hipofiz Ön Lobunu uyarması sonucu salgılanıyor. Şimdilerde ise Gn-RH nın oluşmasında IGF-1 yani İnsülin Benzeri Büyüme Hormonunun etkili olduğu ortaya çıktı. Diyeceğim o ki, zaman içerisinde bilgiler sürekli değişiyor ve yenileniyor. Tabii bunun da en etkili yolu belirli periyotlarla verilecek mesleki eğitim kursları. Ancak bu kursların da çoğu kez olduğu gibi göstermelik değil asıl amacına uygun olarak yapılması ve dar zamanlara sığdırılıp , meslektaşlarımızın işlerinin aksamasına neden olmayacak bir biçimde uygulanması gerekir.
          Son olarak Gıda Güvenliği konusunda Veteriner Hekimlerin yetkilerini azaltılması, bir anlamda devre dışı bırakılmaları hususuna değinmek istiyorum.Tam da ” Perşembenin geleceği Çarşambadan belli olur” öz deyişine uygun bir durum. Ben ve konuya duyarlı bir kaç arkadaşımızın, Avrupa Birliği’nin emrindeki Hükümetin o zamanki Tarım ve Köyişleri Bakanlığının Veteriner Hekim Bürokratları tarafından tümüyle dayatmalara uyularak hazırlanan ucube, ne idiğü belirsiz, çorba yasa taslaklarına ( Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Veteriner Hizmetleri yasaları) bu platformlarda şiddetle karşı çıkışımızın doğruluğu şimdi anlaşılmış oldu. O zaman yazılanlar gruplarımızın arşivlerinde mevcuttur. Arzu eden açıp okuyabilir. Ama her zaman olduğu gibi büyük çoğunluğumuzun ve mesleki örgütlerimizin sesleri herkesin duyabileceği gürlükte çıkmadı.O nedenle şimdi ne kadar feryat etsek çaresiz. Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti. Ve ne hazindir ki şu anda çözüm için de aklıma hiç bir şey gelmiyor.
         Yine de her zamanki umudumu koruyarak diyorum ki ” Mazisi insanlık tarihi kadar eski, geçmişi şan ve şereflerle dolu kutsal mesleğimiz bu badireleri de şanlı tarihinden aldığı güçle en kısa sürede atlatacaktır.”.Saygılarımla,