Son günlerde arıcılık Türkiye gündeminin en ön sıralarını işgal etmektedir. Bunun nedeni, 29 Eylül – 4 Ekim tarihlerinde, dünyanın bir numaralı arıcılık etkinliği olan Apimondia adlı Uluslar Arası Arıcılık Kongresinin İstanbul’da yapılacak olmasıdır. Yüze yakın Ülkenin bilim adamlarının ve arı yetiştiricilerinin katılacağı bu kongrede bir yandan yüzlerce bilimsel toplantı ve tebliğ sunumu yapılırken bir yandan da Türk arı yetiştiricileri ürünlerini tanıtma ve pazarlama şansı bulabileceklerdir. Asıl önemlisi bu kongreTürkiye’nin tanıtımı bakımından son derece büyük bir fırsat olacaktır. Türkiye’de arı yetiştiriciliği son yıllarda çok büyük bir gelişim kaydetmiştir. Gerçi kimi vakıfların arıcılık konusunda yıllar öncesinden başlayıp günümüze kadar devam eden hibe ve eğitim çalışmaları vardı, ancak son yıllarda Devletin arıcılara verdiği destek ve gittikçe sayıları artan tarım televizyonlarının arıcılık konusunda yapmış oldukları yayınlar bu ilginin daha da çoğalmasına ve profesyonel arıcıların sayısının artmasına neden olmuştur.
Arıcılık herşeyden önce toprağa bağlı bir üretim kolu değildir. Bu nedenle de araziye ve sabit bina yatırımlarına ihtiyacı yoktur. Arıcılıkta diğer hayvancılık dallarında olduğu gibi öz sermaye ve işçilik giderleri ön planda değildir. Kuruluş ve işletme maliyetleri son derece düşüktür. Topraksız ve az topraklı insanların yapabileceği nadir işlerden biridir.
Türkiye İstatistik Kurumunun 2014 yılı verilerine göre, Türkiye’de arıcılık yapan işletme sayısı 81.108 adet, yeni kovan sayısı 6.888.907 adet, eski kovan sayısı 193.825 adet, bal üretimi 103.525 ton, bal mumu üretimi ise 4.023 tondur. En çok bal üreten üç ilimiz sırasıyla Muğla, Ordu ve Adana’dır. Türkiye arıcılıkta Dünya ülkeleri arasında çok önemli bir yere sahiptir. Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’ nün 2013 yılı verilerine göre Türkiye kovan sayısı bakımından Hindistan ve Çin’den sonra 3., bal üretimi bakımından Çin’den sonra 2., Balmumu üretimi bakımından ise Hindistan, Etiyopya ve Arjantinden sonra 4. sıradadır. Kişi başına kovan sayısı ve bal üretimi dikkate alındığında Türkiye’nin birinci sırada yer aldığı rahatlıkla görülecektir.
Benim arıcılıkla olan ilişkim, öğrencilik yıllarında okuduğum Arı Hastalıkları Dersi ve kahvaltıda yediğim baldan öteye bir türlü gidemedi. Bir de aklıma hep, çocukluğumda çıraklık yaptığım ayakkabı tamircisinde dikiş iplerini kayganlaştırmak ve güçlendirmek amacıyla kullandığım bal mumu gelir. Mesleki ve akademik yaşamımda konumum gereği hep sığırlarla ve koyunlarla uğraştığım için de haklı olarak arı konusuna hiç ilgi duymamıştım. Ne zaman ki tarım televizyonlarını seyretmeye başladım, arı yetiştiriciliğine olan ilgim bir hayli arttı. Tarım televizyonlarında yayınlanan arıcılık programlarında gördüm ki, arıcılık ne koyunculuğa ne de sığırcılığa benziyor, her ikisinden de daha karmaşık ve daha emek yoğun bir iş. Aslında arı yetiştiriciliği, özellikle de arı hastalıkları dünyada veteriner hekimliği mesleğinin temel konuları arasında yer almaktadır. Arı hastalıklarının bakterilerden, viruslardan, protozoon ve helmint gibi parazitlerden, mantarlardan kaynaklandığı düşünüldüğünde bundan daha doğal bir şey de olamaz. Ne var ki, veteriner fakülteleri yıllarca arı yetiştiriciliğinin ekonomik gücünü ve balın insan beslenmesindeki ve sağlığındaki önemini yeterince algılamayıp bu konu üzerinde fazla durmamışlardır. Şimdilerde başta Uludağ olmak üzere kimi üniversitelerin veteriner fakültelerinin ders programlarında arıcılık önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. Ancak tüm bunlara karşın piyasada arıcılık konusunda uzman düzeyinde çalışan veteriner hekimlerinin sayısı bir elin parmaklarını bile geçmeyecek kadar azdır.
Türkiye’de arıcılık genellikle gezici olarak yapılmaktadır. Özellikle ilk bahar aylarında arıcılar arılıklarını çiçeğin bol olduğu Muğla, Aydın gibi illere taşıyarak bal üretmektedirler. Sonbaharda ise asıl memleketlerine dönerek arılalarına gerekli olan bakımı yapıp kışa hazırlamaktadırlar. Arıcılıkta temel ürün olan bal herkesin de bildiği gibi çok değerli bir üründür. Ancak bu değerli ürünü üreten arıcıların da bir çok sorunları bulunmaktadır. Bu sorunların başında hiç kuşkusuz arı hastalıkları ve arı ölümleri gelmektedir. Apimondia’nın yapılacağı günlere denk gelen ileriki sayılarda bu konulara da değinmek istiyorum. Bu yazımı okuyan arıcılara belki de yaşamları boyunca bir daha rastlayamayacakları bu kongreye katılmalarını önemle tavsiye ederim. Arıcılık ürünleri en başta bal olmak üzere polen, arı sütü, propolis, bal mumu ve arı zehiridir. Arı ürünleri tıp, eczacılık, gıda, kimya, kozmetik ve boya sektörlerinde kullanılmaktadır. Apiterapi adı verilen arı ürünleri ile tedavi konusunda son yıllarda önemli gelişmeler görülmektedir. Arıcılık ürünleri insanların sağlığının korunması ve bağışıklık sisteminin güçlenmesi açısından çok önemli bir role sahiptir. Arı ürünleri içerdikleri vitamin, mineral ve enzimlerden dolayı bakteri, virus ve parazit öldürücü etkilere sahiptirler.
Arı ürünleri arasında en çok rağbet gören hiç kuşkusuz baldır. Türk Gıda Kodeksine göre bal, “ Bitki nektarlarının, bitkilerin canlı kısımlarının salgılarının veya bitkilerin canlı kısımları üzerinde yaşayan emici böceklerin salgılarınıı toplayan bal arısının bunları kendine özgü maddelerle birleştirerek değişikliğe uğrattığı, su içeriğini düşürdüğü ve petekte depolayarak olgunlaştırdığı doğal ürünüdür “ şeklinde tarif edilmektedir. Arı bal elde etmek için çiçekleri dolaşmakta ve kodekste de belirtildiği gibi başta nektar olmak üzere değişik maddeleri bir araya getirmektedir. Bu sırada dünyadaki canlı yaşamına çok önemli bir katkı sunarak tozlaşmayı sağlamaktadır. Arı bal üretiminde kullanacağı nektarı almaya çalışırken çiçeğin erkek organında bulunan bitki tozları arının üzerine bulaşmakta ve bu tozlar arının gittiği başka bir çiçeğin dişi organına bulaşarak tozlaşma olayı gerçekleşmektedir. Balın rengi su beyazından koyu kahverengine kadar değişir. Bal %80 şeker ve %17 su içerir. Geriye kalan %3’lük kısım mineral maddeler, amino asitler, renk maddeleri, vitaminler ve enzimlerden oluşur. Balı diğer şekerli maddelerden daha değerli kılan unsur içerdiği enzimlerdir. Ballar üretim ve pazarlama şekli veya elde edildiği kaynağa göre sınıflandırılır. Üretim ve pazarlama açından süzme ve petek bal, kaynağına göre ise çiçek balı ve salgı ya da çam balı olarak adlandırılabilir. Salgı ya da çam balı meşe, kayın, ladin, çam gibi orman ağaçları üzerinde yaşayan böceklerin salgıladığı tatlı salgıların arılar tarafından toplanmasıyla oluşur. Çiçek balı ise bitkilerin çiçeklerinde bulunan bezlerce salgılanan nektarın arılar tarafından toplanmasıyla meydana gelir. İster süzme ister petek hangi tür bal olursa olsun, ilaç kalıntısı içermeyen ve belli oranlarda enzim bulunduran bütün ballar kaliteli ve değerlidir. Tanımında da söz edildiği üzere bal toplandığı bitkiye bağlı olarak zamanla kristalize olabilir. Bal yüksek su oranının neden olduğu ekşime dışında yıllarca bozulmadan kalabilir.
Diğer bir arı ürünü olan bal mumu esas olarak petek yapımında ve kozmetik sanayinde kullanılmaktadır. Ayrıca, ağaçtan yapılmış eşyaların parlatılmasında, boya sanayinde, mum yapımında, suya dayanıklı iplik ve çadır üretiminde balmumundan yararlanılmaktadır. Sağlık alanında ise çeşitli merhemlerin, yüz kremlerinin ve dişçilik malzemelerinin yapımında balmumu kullanılmaktadır.
Bal arılarının gelişimi, üremesi ve kovandaki faaliyeti açısından son derece önemli bir besin maddesi olan polen ilaç sanayisinde, insan beslenmesinde ve kozmetik sanayinde kullanılmaktadır. Önemli bir arı ürünü olan polen protein, mineral, yağ ve vitamin gibi maddeler bakımından çok zengindir. Günlük 15 gr (yaklaşık bir çorba kaşığı) polenin insan vücudu için gerekli amino asit ihtiyacını karşıladığı saptanmıştır. Arı poleninin; bağışıklık sistemini güçlendirdiği, yaşlanmayı geciktirdiği, vücudu güneşin zararlı ışınlarına karşı koruduğu, özellikle ciddi hastalıklara neden olan Escherichia coli ve Proteus mikroplarına karşı antibiyotik etkisi yaptığı ortaya konulmuştur.
Propolis; bal arılarının bitkilerden topladıkları, balmumu ile karıştırıp larva gözlerinin yumurta bırakılmadan önce cilalanmasında ve kovan içi açıklıkların kapatılmasında kullandıkları yapışkan, koyu renkli bir maddedir. Propolis birçok ilacın etkin maddesi olan flavonoidleri, antioksidanları, antibiyotikleri içerir. Bu özelliği ile propolisin tıpta yaygın bir kullanım alanı vardır. Propolis tıpta tablet, pastil, deri kremi şeklinde kullanılmaktadır. Ayrıca propolisin kozmetik sanayinde şampuan, diş majunu, ruj ve ağız spreyi olarak kullanılan ticari ürünleri hazırlanmıştır.
Yaşlanmayı geciktirici, kan şekerini düşürücü, kanser karşıtı, yangı giderici, toksin kovucu ve karaciğer koruyucu özellikleri bulunan arı sütü ise besin olarak tüketilmekte ve kozmetik sanayinde kullanılmaktadır. Arı sütü; % 66 su, % 15 şeker, % 5 yağ, % 13 protein ve vitaminler, % 0,7–1,2 de mineral maddeler içerir.
Sonraki bölümde böylesine yararlı ürünleri üreten arıların ırkları, hastalıkları ve arıcılık sektörünün sorunları üzerinde durulacaktır.
Dünya’da 24 adet arı ırkı bulunmaktadır. Bu arı ırklarının altısının gen kaynağı Anadolu coğrafyasıdır. Türkiye’de mevcut arı ırkları arasında Anadolu Arısı ve Kafkas Arısı en yaygın olanlardır. Anadolu Arısı; başta Trakya, Eğe, Akdeniz Sahil Şeridi olmak üzere tüm Anadolu’da, Kafkas Arısı da Batı Karadeniz’de yayılma alanı bulmuştur. Türkiye’nin Güney Doğu Bölgesinde Anadolu Arısının çeşitleri olan Suriye ve İran arıları bulunur.
Anadolu Arısı, Türkiye’de en yaygın olarak yetiştirilen bir ırktır. Türkiye’nin iklim ve coğrafi koşullarına tam olarak adapte olmuş olan bu ırk soğuğa ve hastalıklara karşı dayanıklıdır. Ayrıca yavru ve bal üretme kabiliyetleri de yüksektir. Esmer ve küçük yapılı olan bu ırk Amerika ve İngiltereye götürülerek ıslah çalışmalarında kullanılmıştır.
Kafkas Arısı, en uzun dilli arıdır. Uysal ve sakin olan Kafkas Arısının yavru ve bal verimi yüksektir, güçlü aileler meydana getirir, oğul verme özelliliği zayıftır ve propolisi çok kullanır. En güçlü oldukları dönem yaz ortasıdır. Nosema hastalığına karşı duyarlı olmaları nedeniyle soğuk ve nemli kuzey bölgelerinde kışlama durumları pek iyi değildir.
Arıların hastalıkları çok ve çeşitlidir. Bu hastalıklar büyük koloni kayıplarına ve ekonomik zararlara neden olmaktadır. Mikroplardan, parazitlerden ve mantarlardan kaynaklanan bu hastalıkların ilaçla tedavisi çok zor ve masraflıdır. Onun için arıları hastalandırmadan korumak gerekir. Yapılacak en doğru iş koruyucu hekimlik uygulamalarına önem vermektir. Çok çeşitleri olmasına rağmen Türkiye’de en sık görülen arı hastalıkları Varroa, Yavru Çürüklüğü, Kireç ve Nosema’dır.
Varroa hastalığının etkeni ergin ve yavru arılara saldırıp onların kanını emen bir parazittir. Bu parazit birçok mikroba taşıyıcılık yapması nedeniyle arılarda büyük salgınlara neden olur. Bu parazit arılarda; yaşam kısalığı, kanat kaybı, karın kısalığı, ayaklarda şekil bozukluğu, canlı ağırlık kaybı, erkeklerde sperm azlığı gibi bozukluklar doğurur. Kanat ve ayaklardaki bozukluklar nedeniyle arıların uçma yetenekleri zayıflar ve bal üretimleri azalır. Hastalığın tedavisinde kullanılabilecek tek ilaç olan antibiyotikler yasak olmaları ve balda kalıntı bırakmaları nedeniyle tavsiye edilmez. Yapılacak tek şey, mikropsuzluğa özen göstermek ve hasatlıklı kolonileri diğerlerinden ayırıp yakmaktır.
Yavru arıların önemli bir hastalığı da Yavru Çürüklüğüdür. Mikropların oluşturduğu bu hastalığın Amerikan, Avrupa ve Adi olmak üzere üç çeşidi bulunmaktadır. Hastalık yavru yetiştirme faaliyetlerinin arttığı ilkbahar aylarında daha yoğun olarak görülür. Önce yavruları etkilediği için bu hastalığa yakalanmış kovanlarda genç ve erişkin arı üretmek mümkün olmaz. Bunun sonucunda da bal ve ürünlerinin üretimi düşer. Bu hastalık arılarda anormal uçuşlara ve tembelliğe neden olur. Hastalık bulunan kovanların çevresinde koyu renkli ölmüş larvalar dikkati çeker. Bu hastalığında ilaçlı tedavisi yoktur. Çözüm mikroplardan arındırmadan ve koruyucu hakimlikten geçer.
Kireç Hastalığı mantarlar tarafından meydana getirilir. Daha çok nemli ve soğuk bölgelerde görülen bu hasatlıktan larvaların %80 i olumsuz olarak etkilenir. Bu hastalığa yakalanmış koloni zayıflar ve tozlaşma yapamaz. Dolayısıyla koloninin arı verimi düşer. Diğer hastalıklar gibi Kireç hastalığının da ilacı yoktur. Koruyucu hekimlik uygulamalarına özen göstermek gerekir.
Nosema Hastalığı da mantarlardan kaynaklanmaktadır. Ergin arıların bağırsağına yerleşen bu mantarlar tüm Dünya’da büyük ekonomik kayıplara yol açmaktadırlar. Bu hastalık arıların sindirim sistemlerini bozarak ömürlerinin azalmasına dolayısıyla koloni sayısının ve bal üretiminin düşmesine neden olmaktadırlar. Tedavide mantar ilaçları kısmen etkili olmaktadır.
Başta da değindiğim gibi arıcıların bir çok sorunu bulunmaktadır. Bu sorunlar ve çözüm yolları şöylece sıranabilir.
– Kolonilerde büyük kayıplara ve ekonomik zararlara neden olan hastalıklara karşı kullanılan ruhsatlı ilaçların sayısı çok azdır. Piyasa da bol miktarda bulunan ruhsatsız ilaçlar da yarardan çok zarar getirmektedir. O nedenle yeni ruhsatlı ilaçların üretilmesi ve ruhsatsız ilaçlarla mücadele konusunda gerekli önlemler alınmalıdır.
– Son yıllarda bilinçsiz ve ölçüsüz zirai ılaç kullanılması nedeniyle arı ölümleri büyük miktarlara ulaşmıştır. Zirai ilaç kullanımına mulaka bir sınır getirilmelidir.
– Gezginci arıcıların yazın konaklama ve nakliye sorunları çözümlenmelidir. Özellikle Devlete ait olan orman arazilerinden ücret alınması uygulamasına son verilmelidir.
– Genç çiftçi yaş sınırlaması 30’un altına indilerek askerden yeni dönmüş işsiz gençlerin de bu projeden yararlanmaları sağlanmalıdır.
– Arı yetiştiricileri Birlikleri daha çok desteklemeli, Birlikler de daha etkin çalışmalar yapmalıdır.
– Arı ürünlerinin geliştirilmesi ve hastalıklara karşı ilaç üretimi konusunda Ar-Ge ve İnnovasyon çalışmaları yapılmalıdır.
– Sahte bal üreten ve pazarlayan kişilerle daha etkin mücadele edilmelidir.
– Arıcılık konusunda düzenlenecek kongre, fuar ve eğitim çalışmaları artırılmalıdır.
– Arı ürünlerinin Yurt İçi ve Yurt Dışına pazarlanması konusunda etkin reklam kampanyaları düzenlenmelidir.
– Devletin ve Ipard’ın arıcılara verdiği destek ve hibeler artırılmalıdır.