Yurt genelindeki tüm Veteriner Hekim Odalarının
Olağan Genel Kurulları yasa gereği Eylül ayı içerisinde tamamlandı ve
kalpleri meslek aşkı ile dolu meslektaşlarımız görevlerine başladılar.
Odalarımızın yönetimine seçilen tüm meslektaşlarımızı yürekten kutlar,
kutsal görevlerinde üstün başarılar dilerim. Ancak bu arada, seçilen
meslektaşlarımın yeni görevlerinin çok önemli, sorumluluklarının da
son derece ağır olduğunu özellikle belirtmek isterim. Çünkü hepimizin
de çok iyi bildiği gibi günümüzde Türkiye hayvancılığı can çekişmekte,
kutsal mesleğimiz de şanlı tarihinde hiç görülmedik biçimde büyük bir
krize sürüklenmiş bulunmaktadır. Aslında sadece hayvancılığın kötüye
gitmesi bile mesleğimizin zaten var olan kronik sorunlarını daha da
ağırlaştırmaktadır. Bir de bunlara, yegane amaçları hayvancılığımızı
yok edip bugün olduğu gibi Türkiye’ye reforme canlı hayvan ve üçüncü
sınıf et satmak olan malum dış güçleri ve onların ne idiğü belirsiz
bir Avrupa Birliği hayaliyle yanıp tutuşan yerli işbirlikçilerini de
ilave edersek hayvancılığımızın ve mesleğimizin ne denli büyük bir
tehlikeye sürüklenmekte olduğunu apaçık görürüz. Bu tabloyu kurtuluş
savaşı öncesinde toprakları işgal edilmiş, kalelerine ve tersanelerine
girilmiş ulusumuzun durumuna benzetebiliriz. Çünkü bugün de
hayvancılığımız ve mesleğimiz dış güçlerle onların maalesef içimizden
çıkmış olan yerli işbirlikçileri tarafından işgal edilmiş, tasalluta
uğramış bir vaziyettedir. Bugün Türk Veteriner Hekimliği ne yazıktır
ki var olmak ya da yok olmak ayırımına gelmiş, meslektaşlarımız ekmek
davalarının peşine düşmüşlerdir. Ulu Önder Atatürk’ün umutların
tükendiği bir anda ” bulunur kurtaracak bahtı kara maderini ” dediği
gibi bizler de umutsuzluğa kapılmamalı ve yeni seçilmiş oda
yöneticileri olarak Ekim ayında oluşacak Merkez Konseyimizin
önderliğinde bir kurtuluş savaşı vererek mesleğimizin makus talihini
değiştirmek adına büyük çaba sarfetmeliyiz. Bu vesileyle,
hayvancılığımızın ve mesleğimizin günümüzdeki acil sorunları ile
ilgili kimi görüşlerimi yönetime gelen yeni meslektaşlarımın
bilgilerine sunmak istiyorum.

                    Can çekişmekte olduğunu yukarıda belirttiğim
hayvancılığımızın başlıca güncel sorunlarını şöylece sıralayabilirim.
                    1. Süt fiyatlarındaki istikrarsızlık ve süt
üretimindeki artış: 2008 ve 2009 yıllarında gerek ihracata dönük
dahili işlemede kullanılmak üzere gerekse buzağı maması adı altında
Ülkemize sokulan binlerce ton süt tozu çiğ süt fiyatlarının uzunca bir
süre çok düşük düzeyde seyretmesine neden olmuş, buna bir de anılan
yıllardaki kuraklık nedeniyle artan yem fiyatları sorunu  eklenince
süt sığırcılığında karlılık azalarak yüz binlerce sağmal inek kesime
gitmiştir. Bilindiği gibi bugün ortaya çıkan et sorununun temelinde de
bu olgu yatar. Günümüzde görece yüksekmiş gibi görünen süt
fiyatlarının düşmesi hiç de uzak bir olasılık değildir. Et ithalatının
yaygınlaşması yakında süt fiyatlarını da olumsuz olarak etkileyecek ve
kesimler yeniden başlayacaktır. Geçmişte de birkaç kez acı biçimde
yaşandığı gibi et ithalatı sonuçta hayvancılığın katledilmesi
demektir. Öte yandan, süt fiyatlarındaki düşüşe neden olabilecek diğer
bir etken de halkın alım gücünün azalmasıdır. Suni tohumlamanın
yaygınlaşması sonucu görece artan çiğ süt miktarı, tüketicinin alım
gücü düşüklüğü nedeniyle üretimi sabit kalacak ya da azalacak olan
mevcut fabrikaların kapasitelerini aşacaktır. Başka bir deyişle yakın
gelecekte yetiştiricinin sütünün elinde kalma tehlikesi vardır. Diğer
bir tehlike de, hükumetin yeni uygulamaya koyduğu faizsiz kredi
kullanarak işletme kurmuş girişimcilerin düşecek süt fiyatları
karşısında uğrayacakları zarardır.
                   2. Hastalıklar: Zaten tüberküloz ve bruselloz gibi
hastalıklar ile yoğun biçimde bulaşık olan hayvanlarımız bu kez de son
günlerde giderek yaygınlaşan şap salgınının  tehdidi  altına
girmiştir. İnsanlarımızın tüberkülozlu et yediği artık odalarımızın
genel kurullarında dile getirilmektedir. Tüm bu hastalıklar
hayvanlarda verimi ve karlılığı azaltarak yetiştiricileri çaresizliğe
itmekte, yüksek et fiyatlarının çekiciliğine kapılan hayvan sahipleri
sonunda süt ineklerini satmak zorunda kalmaktadır. Fasit bir daire
biçiminde gelişen bu durum hayvancılığımızı daha da kötüye
götürecektir. Bu duruma yol açan tek bir neden vardır, o da Türkiye’de
bağımsız bir veteriner otoritesinin bulunmayışıdır.
                  3. Kaçakçılık: Yıllar önce Türkiye’den dış ülkelere
yapılan hayvan kaçakçılığı,Türkiye’de etin pahalılaşması nedeniyle
günümüzde tersine bir seyir izlemektedir. Öte yandan, komşu ülkelerle
olan sınırlarımızın güvensizliği de canlı hayvan ve etin kaçak olarak
ülkemize girmesini kolaylaştırmaktadır. Bu durum hiç kuşkusuz zaten
krizde olan hayvancılığımızı daha da olumsuz etkileyecektir.
                 4. Canlı Hayvan ve Et İthalatı : Geçmişte ne zaman
Türkiye’ye canlı hayvan ve et ithal edilse süt hayvancılığı krize
girmiş, sağmal inekler kasaba gitmiştir. Bugün de giderek
yaygınlaşacağı umulan et ithalatının aynı sonuçları doğuracağına hiç
kuşku yoktur. Şu anda et ithal etmek yerine yapılacak tek şey yanlış
bile olsa en azından yaşanılan kriz atlatılıncaya kadar gebe düve ve
kesimlik besi hayvanı ithal etmek, bu arada doğacak erkek buzağıların
devreye girmesi ile orta vadede sorunun bir ölçüde de olsa
çözümlenmesini sağlamaktır.
                 5. Hayvan Islahı Politikalarındaki Yanlışlıklar:
Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’de yürütülen hayvan ıslahı
çalışmaları hep süt üretiminin artırılmasına yönelik olmuş, her
nedense sığır ve koyunlarımızın et yönündeki ıslahı bir türlü
düşünülmemiş, besi materyali olarak hep süt ineklerinden doğan melez
danaların kullanılması yoluna gidilmiştir. Ben de bunca yıldır hayvan
ıslahı ve suni tohumlama konularında yazı yazan bir kişi olarak neden
sığırların etçilik yönünde ıslahına ilişkin bir öneride bulunmadığıma
anlam veremiyorum. Günümüzde sığırlarımızın süt verimi yönünde ıslahı
çalışmaları özellikle suni tohumlamanın yaygınlaşmış olması nedeniyle
yeterli olmasa bile başarılı sayılabilir. Şimdi uzun dönemde yapılacak
tek şey kanımca sığırlarımızın etçi ırklar kullanılarak ıslahı yoluna
gidilmesidir. Yani , hiç vakit kaybetmeden Türkiye’ye özgü bir ya da
birden fazla etçi sığır ırkı geliştirmemiz gerekmektedir.
                 6. Küçükbaş Hayvancılıkta Gerileme: Türklerin yüz
yıllardır bir ata uğraşı olan  küçükbaş hayvan yetiştiriciliği
uygulanan yanlış politikalar sonucu bilerek geri bırakılmış, ne acıdır
ki Ülkemiz  bugün kurbanlık koyun ithal etme konumuna getirilmiştir.
Bu yetmezmiş gibi bir de  Avrupa Birliği  Türkiye’deki tüm koyun ve
keçilerin küpelenmesini buyurmaktadır. Küpelemenin amaçlarından birisi
olarak gıda güvenliği olgusu gösteriliyor ve kişinin sofrasına gelen
koyun/keçi etinin gerekli görüldüğünde menşeine kadar gitmenin bu
yolla mümkün olacağı iddia ediliyor. Eskiden “kel başa şimşir tarak “
diye bir söz vardı, tam da buna uyuyor. Sanki, Türkiye’deki hayvan
kesimlerinin % 60-70 i kaçak değilmiş gibi koyunu küpeleyip
gerektiğinde menşeine gidileceği söyleniyor. Yakında kutlayacağımız
kurban bayramında koyununu kesen vatandaş  kulak numarasını gidip
Tarım İl ya da İlçe Müdürlüklerine bildirecek. Böyle bir şey olabilir
mi Türkiye’de? Mezbahalardaki kesimlerin  ne denli denetimsiz ve baskı
altında yapıldığını daha geçenlerde bir bilim adamımızın Taraf
Gazetesi ile yaptığı söyleşiden öğrendik. On milyon sığırı küpeledik
de şimdi sıra yirmi beş milyon koyun/keçiye mi geldi? AB Ülkeleri için
sorun yok, nereden baksan en fazla 2-2.5 milyon baş koyunu eski yöntem
olduğu için küpelemiyorlar, çipliyorlar. Kamu veteriner hekimleri ya da
anlaşmalı serbest veteriner hekimler artık işi gücü bırakıp koyun
küpeleyip bilgisayara kaydedecek. O zaman ne diye uğraşıp duruyoruz,
Veteriner Fakültelerinde öğrencilere sadece küpe takmayı ve
bilgisayara veri kaydetmeyi öğretelim olsun bitsin. Bir meslek bu hale
getirilir mi Allah aşkına? Sakın bu sözlerimden koyun ve keçilerin
kayıt altına alınmasına karşı olduğum anlamı çıkarılmasın. Benim
iddiam hayvancılığımızın ve o arada da koyun/keçi yetiştiriciliğimizin
çözülmesi gereken çok acil sorunları varken meslektaşlarımızın iş
gücünü ve enerjisini bu konuya değil de başta şap olmak üzere
ekonomimizi olumsuz etkileyen hayvan hastalıklarının eradikasyonuna
ayırmamızın daha doğru olacağıdır..
                 Veteriner hekimliğimize gelince önceden de
belirttiğim gibi şu anda çok büyük bir kriz yaşamaktadır.
Hayvancılıkta yaşanan sorunların olumsuz etkisi bir yana, sırf Avrupa
Birliğine yaranmak adına aşure gibi çıkarılan ” Gıda Güvenliği,
Veterinerlik, Yem ve Bitki Sağlığı Yasası ” ve Mecliste görüşülmeyi
bekleyen   “Tarım ve Gıda Bakanlığı Yasa Tasarısı ” mesleğimize
vurulan son darbeler olmuştur. Her iki yasa da yürürlüğe girdiğinde
kamu veteriner hekimliği  ve serbest veteriner hekimlik 1985 deki
reorganizasyonda uğradığından daha büyük zarara uğrayacak, neredeyse
bitme noktasına gelecektir. Bunu görmek için kahin olmaya gerek
yoktur. Kamu veteriner hekimliğinin günümüzde getirildiği nokta
yüzünden şap başta olmak üzere hayvan hastalıkları yaygınlaşmış, gıda
güvenliği artık mikroplu etlerin ortalıkta cirit attığı acayip bir
ortama sürüklenmiştir.
                 Yazımın sonunda önemle vurgulamak isterim ki kısaca
belirtmeye çalıştığım bu sorunlar hayvancılığımızın ve veteriner
hekimliğimizin toplam sorunlarından sadece bir kaçı ve günümüzde
gündemde olanlarıdır. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu sorunların
temelinde hayvancılıkta yıllardır uygulanan dışa bağımlı yanlış
politikalar ve Türkiye’de bağımsız bir veteriner otoritesinin
bulunmayışı yatar. Öte yandan sırf bir fasıl açılsın diye Avrupa
Birliğinin dayattığı malum yasalar da ileride veteriner hekimliğimizi
çok daha  kötü durumlara sürükleyecektir. Yeni seçilen Oda
Yöneticilerinden meslek adına ricam hayvancılığımızı bitme noktasına
getiren dışa bağımlı politikalara, mesleğimiz aleyhindeki malum
yasalara şiddetle karşı çıkmaları ve bağımsız bir veteriner otoritesi
kurulması yönünde çaba sarf etmeleridir. 03/10/2010



Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN